Tutunamayan İnsanın İzinde Yürüyen Roman

 

1923 yılından bugüne  kadar olan dönem kabaca incelendiğinde, Türk romanının konu içeriği ve yazım tekniği açısından  iki büyük dönemeç geçirdiğini söyleyebiliriz. Cumhuriyetin ilanıyla yaşanan siyasal, toplumsal ve kültürel değişimin ortaya çıkardığı “köy romanı”  bu dönemeçlerden ilki olarak kabul edilmektedir. “Köy romanı” aracılığıyla  o döneme kadar sözü edilmemiş olan Anadolu insanının yaşamı, dünya görüşleri, düşünce biçimleri, alışkanlıkları, davranışları, kaygıları ve özlemleri anlatılmıştır. İkinci büyük dönemeç ise  toplumda yaşanan siyasal çalkantıların ve  kentleşme olgusunun ortaya çıkardığı bunalım, yabancılaşma, aydın insanların yalnızlığı gibi pek çok konunun batılı yazarlar tarafından kullanılan yeni yazım teknikleriyle işlenmesidir. Örneğin  “bilinç akışı ve iç konuşmalar”  bu  tekniklerden biridir. İşte tam bu noktada, anlatım ve biçim açısından bir “ilk” ile karşılaşıyoruz. Oğuz Atay tarafından kaleme alınan “Tutunamayanlar” , Cumhuriyet sonrası Türk roman tarihindeki  ikinci dönemecin en önemli, en atılımcı eseri olarak kendini gösteriyor.

            “Tutunamayanlar” içeriğiyle ve içeriğini sunuş tarzıyla klasik roman geleneğine yönelmiş bir başkaldırıdır. Bu durumun en açık göstergesi romanın kurgusunun tektonik olmayan yapısıdır. Sonuca doğru konu-olay tutarlılığı içinde ilerlemek yerine, olayların içerisindeki ayrıntıların üzerine giden, olayların zincirleme örgüsünü sıradan biçimde okuyucuya vermeyen “gel-git” bir yapıya sahiptir. Ayrıntılar ve yüklü açıklamalar çoğu zaman  ardışık düzende değildir. Romanda yer alan karakterler salt olayları vurgulamak veya serüven yaşamak  için değil, tersine,  olaylar kahramanların ruhsal yapısını çözümlemek içindir. “Tutunamayanlar” da ayrıntılar bilinçli olarak ayıklanmamıştır. Çünkü Oğuz Atay’ın roman anlayışındaki ayrıntılar çürük şeyler değildir ve ruh çözümlemeleri için  projektör görevini üstlenmişlerdir. Oğuz Atay romanın kurgusunda bütün anlatım olanaklarını denemiş, olay parçacıklarının içindeki her ayrıntıyı okuyucuya titizlikle vermiştir.

            1970 TRT roman ödülünü sahiplenen 776 sayfalık “Tutunamayanlar”, Oğuz Atay tarafından  karmaşık anlatım teknikleriyle işlenmiş, iç ve dış konuşmalarla donatılmış dört bölüm, yirmi bir alt bölümden oluşuyor. Eserde bu bölümlere ek olarak “Sonun Başlangıcı”, “Yayımcının Notu” ve “Turgut Özben’in Mektubu”  isimli üç özel bölüm daha bulunmaktadır.Bu  özel bölümlerde  romanın iskeleti okuyucuya anlatılmakta, kurgudaki boşluklar doldurulmaktadır. Romanın geri kalanı ise ruh çözümlemeleri ve konuyu desteklemek için gelişen olay parçacıklarının yoğun ayrıntılardır.

            Tutunamayanlar”  çok bilindik iki kutup hakkındaki bir çok konudan ve çekişmeden bahseder. Bir tarafta batı kültürüyle rast gele  bezenmiş, yerleşik küçük burjuva yaşantısının sıkıcılığı ve sıradanlığı dururken, diğer tarafta sanatçı ruhlu insanların toplum kurallarıyla olan çelişkileri ve  iç hesaplaşmaları  vardır. Bunun yanı sıra  küçük burjuva yaşantısı, ironi içeren deyişler ve zekice benzetmeler aracılığıyla alaya alınmıştır. Oğuz Atay iğneleyici zekasıyla birlikte mühendisliğinden kaynaklanan sistematik düşünce gücünü eserine yansıtmış, böylece hicivle zenginleşmiş uzun cümleleri ve birleşik kelimeleri  ustaca kullanmıştır.

            Romanda bulunan ilginç anlatım deneylerini incelemeden önce romanın baş karakterlerinden ve kurgusundan bahsetmek yerinde olacak diye düşünmekteyim. “Tutunamayanlar” da iki baş karakter vardır. Selim Işık ve Turgut Özben. Bu karakterler önceki paragrafta bahsettiğim kutuplaşmanın simgeleri sayılabilir. Turgut’un ve Selim’in yanı sıra sonuca ulaşmak için roman boyunca tanımlanan gizli bir karakter daha vardır. Bu gizli karakteri “Tutunamayan İnsan” diye tanımlayabiliriz. Romanın sonunda bulunan,  “Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi”, açıklanmak ve anlatılmak istenen “Tutunamayan İnsan” portresinin ulaştığı  noktalardan biridir.  “Tutunamayan insan” çerçevesi romanın tümünde sunulan ayrıntılarla birlikte, bunalımları, çelişkileri ve olaycıklar karşısındaki düşünceleriyle, yavaş yavaş,  bilincimize oturur. Dokuzuncu. alt bölümden başlayıp, romanın sonuna kadar giderek artarak karşımıza çıkan bir diğer isim de “Olric”tir. Olric, Turgut Özben’in iç benliğidir. Turgut Özben burjuva hayatından uzaklaştığı kadar kendi iç benliğine, Olric’e yakınlaştığını görüyoruz.

Turgut Özben  küçük burjuva yaşamının içine gömülmüş genç bir mühendistir. Arkadaşı Selim Işık’ın  intiharını bir gazete haberinden öğrenir ve sarsılır. Turgut, Selim’in intiharının sebebini araştırmaya girişir. Öncelikle Selim’in diğer arkadaşlarından Metin ve Esat’la görüşür. Başlangıçta karanlıkta olan Selim’in karakteri bu görüşmeler sonucunda aydınlanmaya başlamıştır. Metin ve Esat’ın arkasından  Süleyman Kargı’yı bulur. Süleyman  Selim’in yazdığı 600 mısralık şiiri Turgut’a verir. Bu şiirden ve Süleyman Kargı’nın izlenimlerinden  Selim’in duygulu, olumsuz, sabırsız ve yaşantısında cansız olduğu anlaşılmaktadır. Turgut Özben, Selim ile ilişkisi olan Günseli isimli bir kızla tanışır. Günseli’nin anlattıklarıyla birlikte Selim’in “tutunamayan insan” kimliği aydınlanmaya devam ediyordur. Derken Selim’in günlüğü ortaya çıkar ve karanlıkta kalmış  ufak noktalar, bu günlük ve Selim’in son günlerinde yazdığı “Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi”nde anlatılan kişiler aracılığıyla sonuca ulaşır. Turgut Özben,  Selim’in hayatı  üzerine yoğunlaştırdığı düşünceler sonucunda kendi benliğini tanımaya başlar. O da tutunmayanlardan biridir. Hayatını sıradan alışkanlıkların yönettiğini fark eder. Evinden ayrılır, bir trene biner ve gözden kaybolur.  

“Tutunamayanlar”, anlatım şekilleri ve deneyleri açısından büyük bir zenginlik barındırır. Bazı eleştirmenler romanda bulunan anlatım çeşitlemesinin  romana tıkıştırılmış gereksiz zorlamalar olduğunu ileri sürerek bu durumu yadırgarken, bazı eleştirmenler ise  Atay’ın sıra dışı anlatım deneylerinin konuyu derinleştirmek, “Tutunamayan İnsan”  vizyonunun parçalarını oluşturmak açısından gereken önemli donanımlar olduğunu ileri sürmektedir. Şüphesiz ikinci görüş daha doğrudur. “Tutunamayan insan” portresini  oluşturmak isteyen Oğuz Atay, eserdeki ruh çözümlemelerini, içsel konuşmaları, bireysel ayrıntıları, küçük izlenimleri ve derin iç hesaplaşmaları anlatabilmenin ancak göreceli anlatım deneyleriyle mümkün olabileceğinin bilincindedir.  

Romanda en çok kullanılan anlatım tekniğinin  “Bilinç Akışı” olduğundan edebiyat çevrelerinde bolca bahsedilir. Fakat bu genelleme, bilgisizlikten kaynaklanan bir yanılsamadır. Çünkü “Tutunamayanlar” da “Alıntılanan iç konuşma”     yönteminin ağırlıkta olduğu kesindir.  Berna Moran, “Tutunamayanlar” üzerine yaptığı incelemede sözünü ettiğimiz iki anlatım tekniği arasındaki farktan ayrıntılı bir şekilde bahseder:

 

“Alıntılanan iç konuşma (quoted monologue, yada direct free speech) diyebileceğimiz bu yöntemde anlatıcı aradan çekilir ve karakterin kendi kendine konuşmasını, düşündüklerini olduğu gibi alıntılar. “Bilinç akımı” bu yöntemin özel bir şeklidir. Karakterin akıp giden düşüncesinde mantıksal bağlar yerine çağrışım ilkesi egemendir. Sanki bilincin daha alt tabakalarına inilmiştir ve akıp giden düşünce nehri kişinin denetiminden çıkmıştır. Onun için düzgün cümlelerle de  yürümez. Tutunamayanlar ’da bilinç akımı hiç yok gibidir.Temel yöntem alıntılanan iç konuşmadır.”*

 

Romanda Oğuz Atay’ın dahice kullandığı anlatım deneylerinden bir tanesi de Turgut Özben’in kendi hayatı hakkında  kullandığı alaycı “zaman” benzetmeleridir. Bu benzetmelerdeki -birleşik cümle yapısının yardımıyla olduğundan daha da  somutlaştırılmış- ifadeler ilgi çekicidir. Zaman eşyalarla özdeşleştirilmiştir. Zaman benzetmeleri yardımıyla hem Turgut Özben’in hayatının sıradanlığı, hem de yerleşik burjuva yaşantısının, can sıkıcı alışkanlıkların ve önemsiz sayılabilecek değerlerin üzerine kurulmuş olması, ince ince alaya alınarak okuyucuya sunulmuştur:

 

“Altı parke cilalanması geçti. Yok, o kadar değildi. İki yıkama-yağlama olacak. Daha fazla, en az dört salonşeklini değiştirme oldu. Durun bakayım; bir hesap edeyim. Bir katsatınalma, altı evdeğiştirme eder. Ayrıca, iki yatakodası çalışmaodası değiştirmesi daha  var. Evet, tam üç perdeyıkama ediyor. Çok iyi hatırlıyorum, başladığı zaman, perdeleri yeni almıştım. Alışılmış zaman ölçüleriyle hesaplanması güç bir süre. Ben o zaman koltukları pencerenin yanına koymuştum. İnsanın aklında kalmıyor ki: eşya akıp geçiyor. O zamanlar daha debriyaj kaçırmıyordu. Hey gidi günler! Parkelerde en küçük bir çizik yoktu. Yaşlanıyoruz: eşyalar eskiyor, demek dört hizmetçi kaçması oldu ha!”*

 

Romanın on beşinci alt bölümünde  cesur bir anlatım deneyiyle daha karşılaşıyoruz. Turgut Özben romanın o bölümüne kadar Selim Işık hakkında topladığı bilgileri bir kompozisyon biçiminde ortaya koyar. Bu alt bölümde ilginç olansa 68 sayfa boyunca hiçbir noktalama işaretinin kullanılmamış olması ve ana konudan ıraksayan çağrışımlara başvurulmasıdır. Edebiyat çevrelerince ağızdan hiç düşmeyen “bilinç akımı” yöntemi, çağrışımların konudan uzaklaşması biçiminde  yoğun olarak görülmektedir.

 

***

Oğuz Atay’ın romanında bulunan, karşıtlıklardan ve sefaletten yola çıkan, gözlemlere dayanan, ironi dolu, iğneleyici anlatımlardan verilebilecek iki güzel örnek  vardır. Bu örneklerden ilki Turgut’un hayat hikayesinde yerini alan öğrencilik günlerine ilişkin düşünceleridir:

“Duvarlarda yeni müdürün yeni zevksizliğini gösteren renkli badanalar üst üste: son müdür Behçet Bey’in sidik sarısı badanasının altında yer yer  eski müdür Muhterem bey’in türbe yeşili ve merhum Sami Bey’in çingene pembesi renkleri sırıtıyor. Kara tahtanın karalığı sözde kalmış. Öğretmen kürsüsünün ön tahtasında, kadın öğretmenlerin bacaklarına, kalem düşürmek bahanesiyle bakabilmek için açılmış koca bir delik. Perdesiz büyük pencereler, yaldız boyası dökülmüş bir soba, kirli ellerimizden leke olmasın diye tokmağının çevresi siyaha boyanmış kül rengi kapı ve hepsinin varlığını ve neden öyle var olduğunu açıklayan beylik cümle: bu fakir millet bu kadarını verebiliyor.”*

 

Örnek olarak seçtiğim ikinci tahrip gücü yüksek, eleştirici ve hicivci epizot  ise hepimizin yakından tanıdığı ve bizi bunaltan bürokrasinin işleyişini, devlet dairelerindeki kaotik devinim ile memurların davranışlarını eleştiren 10. alt bölümden bir parçadır:

 

“Şükrü efendi! Bana bir çay getir ‘Evet ne istiyorsunuz?’ Şimdiye kadar söylediklerinin dinlenmedi çünkü çay içmemi beklemedin; bu nedenle, yeni baştan anlatman gerekiyor, demek istiyor. Ne kadar özlü konuşuyor değil mi? Ayrıca, öksürmemin bir yararı dokunmadı: beni genç gördü. İlk sözlerle baştan savmak istiyor. Sanıyor ki ilk sözü bana söyletmekle, ‘Evrakın sizde olduğunu bana söylediler’ gibi yanlış bir cümleyle başlayacağım ve beni en aşağı iki oda kadar öteye savuracak. Belirsiz başlangıçlardan yararlanmak istiyor. Bu kanlı savaş dışarıdan hiç belli olmuyor değil mi? İşte al sana kesinlik: yazının tarih ve numarası. Yalnız bu başarıyla sarhoş olmamalısın. Evrakın ona havale edildiğini hemen söylemeyeceksin. Yazı işlerine gittim zimmetle size gönderdiler diyerek, ilk dakikada onu bunaltmaya gelmez. Kendisini çok çaresiz görürse ümitsiz hareketler yapabilir. Mesela, ‘Bir dakika!’ der , çıkar odadan: bir daha koydunsa bul.Nazlı masal kuşlarıdır ürkütmeyeceksin. Belki de biraz daha beklemeliydim.Ne dersin?”*

   

Romanın sonlarına doğru ilerlerken, Selim’in günlüğünün ortaya çıkışı okuyucu için bir çeşit rahatlamadır. Bu günlük aracılığıyla Selim’in karakterinin ve temsilcisi olduğu “Tutunamayan insan” benzetmesinin derinliklerine doğru iniş hızlanmıştır. Çoğunlukla Turgut’un bilincinden yada Selimle ilişkide bulunan kişilerin ağzından  sunulan Selim karakteri,   1.tekil ağızdan yazılan günlüğün etkisiyle, gerginleşmiş, kafasındaki soru işaretleri artmış olan okuyucuyu   rahatlatır.  Bu aşamadan sonra Selim sahnededir; artık  projektörler doğrudan Selim’in iç dünyasını ışıklandırmaktadırlar. Selim’in intihar etmeden önce düşündükleri, çevresinden uzaklaşmasının mertebeleri ile bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen içe bakışları, tüm derinliğiyle okuyucunun bilincine işlemektedir.

İncelemenin bu aşamasında Turgut Özben’in iç benliği ile hesaplaşmasında en büyük rolü oynayan, “Tutunamayan İnsan” prizmasından yansıyan bunalımlardan; Selim’in ünlü günlüğünden bazı  alıntılar sunmak istiyorum:

“(...)Sınıf birincisi olduğum halde, sınıfın en aptal çocuğu olduğuma oy birliğiyle karar verilmişti.(...)Onların okulu bitirmesini sağlamışım. Ama bunun onlara ne yararı oldu bilmiyorum.  Bana ne yararı oldu? Onu da bilmiyorum(...)”*

“(...) Kafamda bir sürü süprüntü düşünce olmasaydı, bazen benim bile beğendiğim düşüncelerle dolu olsaydı beynim...kaybediyorum; düzensizlik ve duruma hakim olamamak yüzünden kaybediyorum(...)”*

“(...) Sezgilerini nasıl ispatlayabilir insan? Sonradan uydurdun derler. Bu ‘Diyenler’ olmasa belki bir şeyler yapabilirdim. Kulaklarımda sürekli uğultu yapan bu sesler, bu ‘Diyenler’ beni dermansız bırakıyorlar. Sözümü bitirmeme fırsat vermiyorlar(...)”*

            “(...) Hep birlikte tutunamamayı ne kadar isterdim.Herkes ayrı dalda kaldı. Tek başına bir tadı olmuyor başarısızlığın(...)”*

            “(...)onlar hesabına üzülüyordum. Yorulmuştum da. Adam olmadığı için, insanlığa vekalet ediyordum(...)*”

 

            Bu incelemeye sonuç olarak;  Oğuz Atay’ın  çağdaş Türk romanı adına bir dönüm noktası olduğunu bir kez daha belirttikten sonra, “Tutunamayanlar” adlı romanından , günümüz insanının çıkmazlar karşısındaki tutuk davranışlarını ve iç dünyasındaki çekişmeleri tanımlayan;  dahice benzetmeleriyle “Tutunamayan İnsan” portresini büyük ölçüde yansıttığını düşündüğüm bir  alıntı yapmak istiyorum:

           

            “Beceriksiz ve korkak bir hayvandır.İnsan boyunda olanları bile vardır.Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. yokuş aşağı, kayarak iner.(Bu arada sık sık düşer.)Tüyleri yok denecek kadar azdır.Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır.Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldığı zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de ayni sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında(onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar.Ya da terkedilmiş yuvalarda yasarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur.Doğumdan sonra ana, baba ve yavruları ayrı yerlere giderler.Toplu olarak yasamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli beslenme düzenleri de yoktur.başka hayvanlarla birlikte yasarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler.Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeği unuturlar. Bütün huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar.(Bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez.) İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler.Fakat - gene taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur.Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvani yendiği görülmemiştir.Bununla birlikte hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir.(Ayni bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler.) Din kitapları, bu hayvanları yemeği yasaklamışsa da , gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten bile değildir.İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir.Fakat ayni hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntıdan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun sure uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir.Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karsısına çıkartılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir.(Halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir.) Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir.Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir.Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. Başları daima öne eğik gezindikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvani olarak beslemeyi de denemişlerdir.Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uymamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir turlu gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce , acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (Bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da , tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir.) Şehirlere yakın yerlerde yasadıkları için, onları şehrin içinde , çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta oturarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir."

 

 

 

 

Zafer Yalçınpınar- 4 Mart 2002

 

 

(*)Kaynakça:

-“Tutunamayanlar”dan yapılan tüm alıntılar İletişim Yayınları tarafından yayınlanan 19. Basımdan inceleme amacıyla alıntılanmıştır.

- Berna Moran / Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış/ İletişim Yayınları

- Asım Bezirci / Türk Romanları / Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları

Zafer Yalçınpınar


Ana Sayfa

İLETİŞİM İÇİN:
ICQ uin :  35289670
zaferyal@kuzeyyildizi.com
                                                                                                 
   Bu sayfa Zafer Yalçınpınar     tarafından 30 Ekim 1999 tarihinde hazırlanmıştır.Tüm yazıların ve fotoğrafların yayın hakkı Zafer Yalçınpınar'a aittir. Yazılar ile görsel öğeler, T.C. Telif Yasaları tarafından korunmaktadır. Yazılı izin alınmadan kopyalanması veya kullanılması hukuki sorumluluk doğurur.
Bu sayfa en iyi 600 X 800 çözünürlüğünde görünür