Narziss Ya da Goldmund
İnsan ruhuna veya davranışına yönelik bir kavramın tarih içerisindeki
eğilimleri incelendiğinde bir çok karşıtlığa rastlayabileceğimiz gerçeği
kabul edilmelidir. Felsefe veya psikoloji bilimlerinden birine konu olan ve
üzerinde yüzyıllardır tartışılan tek kelimelik bir kavramın, bir yığın
karşıtlıkla veya kendi içinde çelişki ihtiva etmeyen değişik önermelerle dallanıp
budaklandığını görebiliyoruz. Herhangi bir kavrama ait bu karşıtlıkların
üzerine gitmek, sorgulama zincirleri yardımıyla yaşamın temelini oluşturan
bir çok olayın haritasını çizmek ve karanlıkta kalmış sonsuz büyüklükteki
tek bir gerçeğe, tek bir anlama ait alt kümeleri tanımlamak uğraşısından
başka bir şey değildir.
1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne sahip olan Alman yazar ve düşünür
Hermann Hesse, Narziss ve Goldmund
adlı romanında “Erdem”
kavramına ulaşmak adına ruhun kendi içerisinde yarattığı
karşıtlıklardan birini ortaya koymuştur. Hesse, diğer eserlerinde olduğu
gibi insan ruhu gerçeğinin alt
kümelerine yönelmiş, bir ayrım
belirlemiş ve insan ruhunun tanrıcı us ile
kontrolsüz eros arasında süregelen çarpışmasını romandaki iki ana karakter
yardımıyla sorgulamıştır.
Narziss Ve Goldmund “Erdem” amacına ulaşmaya çalışan ve aralarında
sıkı bağlar bulunan iki dosttur. Narziss, içe dönük münzevi hayatını
sürdürerek sarsılmaz bir temele bağlanan ve bu doğrultudaki düşüncelerini
köklendirerek erdeme yönelen karakterdir, tanrıcı usun simgesidir. Goldmund ise içinde oluşan karşı
konulmaz hazları fark ederek, dış dünyanın tüm nimetlerini ve acılarını
yaşamayı tercih edip, bir temele bağlı kalmak istemeyen, yaşamın kıyısında
oturup olanı biteni incelemek yerine
yaşamın içine dalıp onunla yüzleşmek isteyen karakterdir. Hesse,
Narziss ile Goldmund’un dostluğunu, bu iki farklı tavrın arasındaki
iletişimi ve diyalogları, “Erdem” kavramının içerdiği karşıtlığın
etkileşimlerini, benzerliklerini veya farklılıklarını ortaya koymak için
oluşturmuştur.
Narziss Ve Goldmund, Mariabronn manastırında dini eğitim almakta olan
iki öğrencidir. Narziss, çalışkan ve başarılı, temelinde tanrı öğretisi
bulunan akıl yürütmelere yürekten bağlı bir karakterken, uygunsuz
davranışlarda bulunan Goldmund’un Narziss’den daha başarısız bir öğrenci
olduğunu ve bir temele bağlı kalmadan, zaman zaman tutarsız düşüncelerle
özgürlüğe yöneldiğini görüyoruz. Hermann Hesse romanın dördüncü bölümünde
Narziss’in Goldmund’a söylediği sözler yardımıyla “Erdem” kavramına “us” cephesinden bakmış, “us dışı”
tavrı da tanımlamaya çalışarak bir ayrıma gitmiştir:
Narziss “Bak sevgili dostum,”
dedi, ‘Bir tek nokta var ki, bu noktada üstünüm senden. Ben tam bir
uyanıklık içindeyim, oysa sen yarı uyanıksın, hatta bazen uyuyorsun bayağı.
Bana göre uyanık kişi usunun ve bilincinin yardımıyla kendini, kendi
varlığının en derin köşelerinde saklı us dışı güçleri, içgüdüleri ve
güçsüzlükleri tanır, bunlarla nasıl başa çıkacağını bilir. Benimle
karşılaşmanın senin için taşıdığı bir anlam varsa, o da budur. Sende,
Goldmund, us ve doğa, bilinç ve düş dünyası fersah fersah ayrılıyor
birbirinden.” [i]
Hermann Hesse,
Narziss’in ağzından yaptığı söyleve, Goldmund’un üstün olduğu konuları
belirterek, “us” ile “eros’a
yönelmiş sanat” karşıtlığı arasındaki ayrımı tamamlamak adına şu şekilde
devam etmiştir:
“Üstün müyüm-Ben senden?” diye
kekeledi Goldmund.
“Kuşkusuz” diye devam etti Narziss. “ Senin yaradılışında olanlar,
senin gibi sağlam ve narin duyularla donatılmış kişiler, bir zindelik ve
canlılığı kendilerinde barındıranlar, düşlerde yaşayan, seven kimseler
bizlerden, biz us insanlarından hemen her zaman üstündür. Kısır yaşamların
uzağındasınız. Sevme gücü, yaşama gücü armağan edilmiş size. (…) Hayatın
zenginliği sizin, meyvelerdeki özsu sizin; sevgi bahçesi size bağışlanmış,
güzelim sanat beldesi size sunulmuştur. Sizin yurdunuz bu yeryüzü, bizimkisi
ise düşüncelerdir. Sizi bekleyen tehlike duyular dünyasında, bizi bekleyen
ise havasız bir mekânda boğulup gitmektir. Sen sanatçısın, ben düşünürüm.
Sen annenin koynunda uyuyorsun, ben çöllerde uyanık dolaşıyorum.” [ii]
“Us” cephesinden yönlendirilen bu ayrım tutarlıdır. Fakat hâlâ
tamamlanmamış ve üstüne gidilmemiş bir nokta bulunmaktadır. Goldmund’u
erdeme ulaştıracak eylem belirsizdir ve Goldmund’un manastırda kalması
yerine dışarıya çıkıp yaşamın tüm yol ayrımlarıyla yüzleşmesi gerekmektedir.
Böylece, “Sanat” kendini gerçekleştirebilecektir. Hesse, bu durumu
Narziss’in ağzından şu şekilde iletiyor:
“Uyanıklık bakımından, dediğim
gibi senden güçlüyüm, senden üstünüm bu konuda. (…) Nihayet, sevgili dostum,
başka bütün konularda da sen üstünsün benden, daha doğrusu kendini bulur
bulmaz, bu üstünlüğü elde edeceksin.” [iii]
Goldmund, “us”un karşısındaki üstünlüğünü, kendini erdeme ulaştıracak
olan yüzleşmeyi gerçekleştirmek ister ve manastırdan kaçar.
Bu noktada Hermann Hesse’in yaşamından esere yansıyan bazı ilginç
olaylardan bahsetmek istiyorum. Hermann Hesse 1891 yılında (14 yaşındayken)
tıpkı Narziss ve Goldmund gibi
bir manastırda öğrenci yaşamına başlamıştır. Hermann Hesse’in Maulbronn manastırında öğrenciyken
yaşadığı iç çatışma ve karşıtlıklar, eserde kendini basit bir isim
değişikliğiyle “Mariabronn manastırı” olarak gösteren manastırdaki Narziss
ve Goldmund karşıtlığını oluşturmuştur. Hermann Hesse 1892 yılının 7 Mart
gününde belirli bir sebep olmaksızın manastırdan kaçar. 23 saat sonra
yorgun, bitkin bir şekilde, bölge jandarmalarından birinin eşliğinde okula
döner. Tıpkı Goldmund gibi! Bu olaydan sonra Hesse “izin almadan okuldan
uzaklaştığı“ için sekiz saatlik bir katıksız hapis cezasına çarptırılır.
Goldmund’un yöneldiği eylem kaçıştır, bu anlamda manastırdan kaçmak,
soğuk duvarların içinde yoğun düşüncelere yönelen “us” tan kaçmak, içe dönük
münzevi hayatından, sorgulamalardan ve düşüncelerden uzaklaşıp yaşam içine
olduğu gibi gömülmektir. Goldmund başlangıçta “eros”’un önderliğinde
oluşturulmuş duyulara kendini teslim etmiştir. Usa bağlı, tek bir temelden
kaynaklanan düşünce zincirlerini sürdürmek yerine olduğu gibi yaşamayı,
görmeyi, duyuların arasında dolaşmayı tercih etmiş, inzivadan uzaklaşmıştır.
Zaten doğası da bunu gerektirmektedir ve izlediği bu yol, insanı erdeme
götürecek usa karşıt tavırdır. Acılarla, zevklerle, ölümlerle ve
güzelliklerle tanışır. Karşılaştığı olayların duyularına bıraktığı izler
içinde birikmeye başlar. Akıp giden zamanın ardından, yaşamın içerisinde tüm
duyularıyla varolmayı başardıktan sonra, Goldmund “gerçek sanat” mertebesine
ulaşmıştır. Artık Goldmund şaheser niteliğinde heykeller yapan
bir sanatçı olmuştur. Bu bir erdemdir. Hermann Hesse eserinin on sekizinci
bölümünde Narziss’in Goldmund’a söylediği sözlerle bu durumu şu şekilde
açıklar:
“ Düşünür dünyanın varlığını
mantıkla açıklamaya çalışır. Ve yine düşünür bilir ki, bizim usumuz ve onun
bir aracı durumunda olan mantığımız mükemmel sayılamayacak aygıtlardır;
bunun gibi akıllı bir sanatçı da fırçasıyla, oymacı kalemiyle bir melek ve
ermişin görkemli varlığını asla kusursuz şekilde dile getiremeyeceğini
bilir. Ama yine de gerek düşünür, gerek sanatçı, ikisi de kendilerine özgü
yoldan bunun üstesinden gelmek için çaba harcar. Başka türlüsü ellerinden
gelmez ve gelmemesi de iyidir.Çünkü bir insan doğanın kendisine bağışladığı
yeteneklerden yararlanarak kendi kendini gerçekleştirmeye çalışmakla,
yapabileceği en yüce ve anlamlı işi yapmış olur.” [iv]
Zaman içerisinde baş-rahiplik mertebesine ulaşan Narziss’in
ağzından çıkan bu sözlerle, tüm bu yazı boyunca bahsettiğimiz karşıtlığa
ait iki ucun farklı yolları
takip ettiğini ama “erdem”
sonucunda birleştiklerini anlıyoruz.
Eserin son bölümde Goldmund’un Narziss’e söylediği
sözleri ileterek bu yazıyı bitirmenin doğru olacağını düşünmekteyim:
“ Bir delikanlıyken, senin
öğrencinken henüz, ben de senin gibi düşünce adamı olmayı dilemiştim. Sen
ise böyle bir yatkınlığımın bulunmadığına bana gösterdin. O zaman yaşamın
öbür tarafına attım kendimi, duyuların ve nefsin tarafına; bu tarafın bana
zevkli gelmesinde de kadınlar ve kızlar işimi kolaylaştırdı, alabildiğine
istekli ve doymak bilmez kadınlar. Ama onlardan aşağılayıcı bir dille söz
etmek de istemem. Duyuların sağladığı hazlardan da öyle, çünkü çoğu zaman
pek mutluydum. Ayrıca, çoğu zaman duyusal hazların insana bir dirimsellik
kazandırdığını da yaşamak mutluluğuna erdim. Sanata kaynaklık eden de
bunlardır.” [v]
[i] Hermann Hesse, Narziss ve
Goldmund, Afa Yayınları, S.55
2
A.g.e, S.56
3
A.g.e, S.55
4
A.g.e, S.338-339
5
A.g.e, S.374
Zafer Yalçınpınar