aşksa o
hiç korkma
nasılsa konuşur
bütün dilleri
Bu dizelerin eşliğinde “Günlü Güvercinli
Kadın” sahnesinin ışıkları sönüyor ve
“aşk” bir gölün kıyısında dinlenmeye başlıyor. Sonra, suskunluğunu
bozuyor, toparlanıyor ve canlanıyor. Bir martı gibi kanatlarını açıyor, tüm
görkemiyle gökyüzüne
yükseliyor. Bembeyaz
bulutları takip ederek bu gri şehrin suskun sokaklarına kadar
geliyor. Etrafına bakınıyor ve yerleşmek için en güzel gönlü seçiyor.
Şaire yöneliyor. Şairin içine yerleşiyor ve
“aşk” kendi varlığının anlamlarını şiire dönüştürüyor. Usta, tezgahını
temizliyor, yeni dekorlar hazırlanıyor ve bir kez daha ışıklar parlıyor
sahnede: “Aşk Konuşur Bütün Dilleri”. Tekin Gönenç’in ikinci şiir kitabı
yayımlanıyor.
***
hani
bir çocuğun sımsıkı sarılıp
bir
bebeği öpüp koklaması var ya
o’sun işte sen
Duru, dolaysız bir buluşma gerçekleşiyor.
Tekin Gönenç, şiirlerinde, pürüzsüz aşkı ve çeşitlemelerini
sunmaya başlıyor. Aşkın tüm halleri, tüm dilleri, varoluşunun içine gizlenen
sonsuz niceliği, şiirsel bir güçle bütünleştiriyor ve okuyucuya yansıyor. “Aşk” çoğaldıkça çoğalıyor
ve dizeler, pencereden süzülen bir yağmur damlası gibi kayıp gidiyor. Tekin
Gönenç aşkın tüm dillerini konuşurken, zihnimi imgelem karmaşasına veya
ikirciklere
boğmuyor.
***
…
sen
hep o kadınlara giderdin
sözlerin gözlerle söylendiği
kaldırımlarda
…
bir
de koğuş arkadaşların
içlerinde aykırı rüzgarlar
esen
jilet bakışlı üç beş
serseri
…
Sıra aşkın kilitlerine ve çıkmazlarına,
toplumsal sorunların kapanındaki insanlara geliyor. Çağımızın zorlanan,
yabancılaşan insanı anlatılıyor. Toplumun kıyısında sığıntı gibi yaşayan
“jilet bakışlı serserilerin” acıları ve dışlanmışlıkları da gözlerimizin
önüne sunuluyor. Ama “aşk” onlarda bile susmuyor. Çünkü “Aşk” konuşuyor
bütün dilleri…
Tekin Gönenç, acı çeken, üzüntüden kıvranan,
tüm bunlara ağlayamayan yalnızlıkların görüntüsünü oluşturuyor. Yağmurdan
önceki sıkıntılı havalar…
olmadı işte
yağamadın bir türlü
şöyle doyasıya
kendi bulutlarından
***
Tüm güzelliğiyle, aşk konuştuktan sonra bütün
dilleri, ayrılma zamanı geliyor. Buluşmayla açılan sahnenin perdesi ayrılıklarla kapanıyor:
gizli bir el
çözer iplerini
geminin
Tekin Gönenç “Aşk Konuşur Bütün Dilleri” adlı
şiir kitabıyla içerden kilitlediğim tüm kapılarımı çalıyor. Sonra bir kez
daha oyun bitiyor, seyirciler salonu boşaltmaya başlıyor.
Ve ben, aynı boşluğun sancısıyla baş başa kalıyorum.