C A N 


Babam’a,

Erikli bir oğul mektubu...*


Öndeki iki ağaç, mürdüm ve can erikleriyle salkım salkım dolu…  Ağaçların dalları -yüklerinin ağırlığına rağmen- iki katlı evin çatısını aşmış ve erikler gökyüzüne uzanmışlar. Evin arkasındaki “sarıerik” -ki bahçedeki en genç ağaç bu-  bile sahilden bakıldığında evin kendisinden daha çok dikkat çekiyor.

Babam bu ağaçların ve bahçenin çocukluğunu biliyor. Ağaçların hepsini kendi elleriyle dikmiş çekirdekten, sonra boylanmış, büyümüş ağaçlar zamanla, onların gelişimini izlemiş babam, sabah akşam, otuz yıl sürmüş. Geçen otuz yıl tek bir gün gibi gelmiş babama...

Mürdüm ağacı yorulmuş biraz, erikleri büyüteyim ve gökyüzüne uzatayım derken yaşlanmış, gövdesi genişlemiş ve bazı yerleri kurumuş. Sonra, ustalıkla budanmış. Nihayetinde en yüksek ağaç mürdüm. Dışı siyahla mor arası, içi bal bal… Mürdümden reçel de yapılıyor. Annem mürdüm reçelinin ustası…

 

***

 

Bahçenin önünden geçen herkesin gözü eriklere ilişiyor. Hatta “Birkaç tane erik toplayabilir miyiz?” diye soranlar bile var. Babam “Tabii…” diyor,          “Buyurun, istediğiniz kadar toplayın. Allah’ın ağacı, isteyen toplar.”

Babam, büyük bir adam...

 

***

 

Can eriği ise salkım salkım, kırmızı kırmızı çoğalıyor. “Yaşamanın kanıtıdır can eriği, tıpkı istavrit ve hamsi gibi.” der babam.

Dedim ya, büyük adam.

 

***

 

Akşamüstü, güneş düşüyor. Babamla birlikte balığa -kırlangıca- çıkacağız. Yırtık pırtık şapkalarımızı takıyoruz, en eski kıyafetlerimizi giyiyoruz. Ayakta şıpıdık; ucuz, plastik terlikler... Telefonları evde bırakıyoruz. Zaten, lanet olsun bu telefonlara filan…

 

***

 

Kürekleri bahçeden sahile taşıyorum.

Dün lodos vardı, tehlikeliydi, tekneyi karaya çekmiştik. Bugün ise hava sütliman... Tekne öylece, feleklerin üstünde duruyor şimdi.

Toplamda üç felek var. Babam tekneyi baştan kaldırıyor, böylece bir felek boşa çıkıyor. Teknenin altından feleği alıyorum, kenara bırakıyorum. Bir, iki, üç! Babamla birlikte yükleniyoruz, tekne denize doğru ilerliyor.  Kolay olmuyor bu; feleklerin yağı azalmış. (Lodostan olacak. Dönüşte, felekleri yağlamak gerek...) Kenara bıraktığım feleği arkaya yerleştiriyorum.  Bir daha yükleniyoruz… Böyle böyle, aynen devam…

 

***

 

Şimdi, tekne, denizde.

 

***

 

Tekne denizde görkemlidir. Gerçi, karada da güzeldir. Teknenin karadaki durgunluğu yatay bir heykele benzer. Fakat denizde bambaşka, hareketli; tekneler denizdeyken kuşlar kadar özgürdürler, birbirleriyle dans ederler.  

 

***

 

Küreklere asılıyorum. Kürek çekmek de candır. “Bu dünyaya kürek çekmek için geldik,” diyor babam şakayla karışık. Kürekleri dengeli kavramak önemli; küreği çekerken suya çok daldırmayacaksın, fakat çok da yukarıda olmamalı. Ölçülemeyen, sadece sezilebilen bir ayarı var bu işin... Kendini yormayacaksın, suya, akıntıya alışacaksın, onunla birlikte çekeceksin kürekleri...  Iskarmozları da sürekli kontrol etmen gerekiyor, öfkelenip, çok yüklenip ıskarmozları kırmayacaksın.  Iskarmozlardan biri kırılırsa “denizin ortasında yandın” demektir.

 

***

 

Yerimize geliyoruz, oltaları salıyoruz.  Yemimiz istavrit... Yemi hazırlamak ve zokaya takmak maharet ister; yemi ezmeyeceksin, şeklini bozmayacaksın. Babam hırsızlı, tek bir zoka kullanıyor. Böyle bir oltanın dibi bulması zor. Benimki ise ağır kurşunlu ve çift zokalı. Dibi bulması daha kolay. Küreküstü hareket ediyoruz ve kırlangıcın bulunduğu suyu arıyoruz.

Vuruyor, bulduk, sonunda... Babam oltasını çekiyor.  Gelen ne kırlangıç ne de iskorpit… Vatoz bile değil, büyükçe bir mezgit. Babam, “Bu balığın olduğu yerde kırlangıç yakalayamayız. Gidip sinek oltalarını ve çapayı alalım, sonra da mezgite dönelim. İki saatte nevaleyi çıkarırız.” diyor.

Küreklere asılıyorum. Dikkatlice...

 

***

 

Kıyıya yanaşıp, bir koşu, evden çapayı ve ince köstekli sinek oltalarını alıyorum. Oltalar gamsız, yağ gibi, çakı gibi... Kıyıdan ayrılıyoruz. Babam kerterize göre çapayı atıyor. Taramayı hesaplıyor ve ona göre kalama bırakıyor.

Sonuç; at çek mezgit. Nevaleyi toplamaya başlıyoruz.

 

***

 

Yakaladığı bir mezgiti daha livara atarken “Dünya denizde başkadır, karada başkadır.” diyor babam.

Büyük adam.

 

 

Zafer Yalçınpınar - 3 Ocak 2010



*  Ustam, ne demek istediğimi anlamıştır.
    (Bkz: Oruç Aruoaba, Zilif, Sel Yayınları, 2002)


 

Ana Sayfa

İLETİŞİM İÇİN:
 
MSN: zaferyal@hotmail.com
E-Posta: zaferyal@gmail.com
                                                                                                 
   Tüm yazıların ve fotoğrafların yayın hakkı Zafer Yalçınpınar'a aittir. Yazılar ile görsel öğeler, T.C. Telif Yasaları tarafından korunmaktadır. Yazılı izin alınmadan kopyalanması veya kullanılması hukuki sorumluluk doğurur.
Bu sayfa en iyi 600 X 800 çözünürlüğünde görünür.