Haydar Ergülen, Mehmet H. Doğan ve
Edebiyat Ortamı(mız)
Dolayısıyla Birkaç
Söz
ERDOĞAN KUL - 14
Nisan 2008
Mehmet H.
Doğan'ın vefatından sonra Puşt Ahali Edebiyat
Platformu’nda dile getirdiğim "kısacık" saptama, koro halinde düşünen ve
duygulanan, koro halinde yazan, koro halinde konuşan kimselere rahatsızlık
verici ifadeler içeriyordu. Elbette gerek grup içinden gerekse grup dışından
kimi olumsuz tepkilere yol açması/ açabilir olması doğaldı… Alışkanlıklarına
mıhlanmış toplumlarda, "bildiğin yol, bilmediğin doğru ve iyi yol(lar)dan
daha doğru ve iyidir" gibi tuhaf ve tangır tungur kabuller egemendir. Kaldı
ki "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" anlayışıyla mayalanmış bilinçlerden
hangi eleştirel yaklaşım, hangi dürüstlük beklenebilir?
Yakın tarihimize
eleştirel ve nesnel bir gözle bakmaya çalıştığımızda hemen karşımıza çıkan o
sonu gelmez rezaletler silsilesi insanı biraz da ürkütür; "bunca pisliği
çözümlemek ve bir ölçüde de ayıklamaya çalışmak, belki o yakın tarihin
kendisinden bile uzun bir süreyi gerektirecek" diye… "Edebiyat dünyamız"
denilen (hangi "biz") çarpıklıklar sahnesi ise çooook uzun bir konu;
özetlenmesi bile ayrı bir baş belası!
Konuyu daraltarak,
en özde birkaç noktaya değinmeye çalışalım? Örneğin, rahmetli M.H.D.
özelinde birkaç küçük sorudan yola çıkabiliriz.
1. Kendisi,
eleştiri tarihimize hangi kuramı/kuramları kazandırmış ya da hangi
kurama/kuramlara yeni bir açılım getirmiştir? Ona borçlu olduğumuz kaç tane
"eleştiri terimi" vardır? Eleştiri yönteminde işlevsel ve vazgeçilmez olan
ne gibi özellikler vardır?
2. "Yıllık"
ne demektir? "Seçki"den farkı nedir? Hazırladığı çalışmaya "yıllık" adını
veren ama önsözde vs. bunun aslında bir tür "seçki" olduğunu belirten bir
kişi, bilerek ve isteyerek yanlış sözcük seçmekte değil midir? Bu,
çağrışımsal anlamı ve tarihsel işlevi bakımından taşıdığı önem derecesi
(belge, birinci el başvuru kaynağı olma vb.) nedeniyle "yıllık" sözcüğünün
gaspı, işgali, istismarı değil midir? Bundaki niyet, "öznel"liğini
"nesnellik" haline getirme çabasından başka neyi gösterir? Böylesi bir
eylemin sahibi, yaptığını meşru görebilmek ve gösterebilmek için hangi
sosyo-psikolojik durumdan ve hangi çevrelerden güç almaktadır?
3. Yukarıda
dile getirdiğimiz çarpıklık, kısa sürede türevlerini oluşturmuş mudur? Aynı
sözcük gaspı ve istismarıyla sıra sıra ardılları gelmeye başlamış mıdır,
başlamamış mıdır? Yıllıkçılık, bir tür yetkelik yarışına dönüşmüş müdür?
Kavramlar/terimler bu biçimde kirletilirken, ilkeler, ölçütler de edebi ve
düşünsel zeminden finansal zemine kaymış mıdır?
4. Yıllık
adıyla seçki hazırlayanlar, "seçki"nin nasıl olması gerektiği konusunda bir
ön çalışma yapma gereği duymakta mıdırlar? Duymuyorlarsa, sebebi nedir? Bu
kişiler arasında, örneğin Kenan Akyüz'ün "Batı Tesirinde Türk Şiiri
Antolojisi" gibi bir çalışma ortaya koyabilecek düzeyde, sabırda ve
yeterlilikte kimseler de var mıdır? Yoksa, neden? Varsa,
kim(ler)?
Bu sorular uzar
gider… "Edebiyat dünyamız" denilen ve Türkiye'de bir "aile şirketi"ne
dönüştürülmeye çalışılan şu menem şeye de biraz göz atmak gerekir. Yukarıda
söylediklerimiz o garabet sahnesinden tümüyle soyutlanamaz elbette; ama bir
ölçüde ayrı bir "vakıa" gibi düşünülmeyi de gerektiriyor. Şu sorulara,
edebiyatla azıcık ilgilenmiş herkes aşağı yukarı aynı yanıtı verecektir?
Farklı yanıt sahipleri sadece ikiyüzlülüklerini ortaya
koyarlar…
1. Ülkemizde
yayımlanmakta olan edebiyat dergilerinde kim(ler), hangi ilkelere göre,
nasıl bir yayın politikası izlemektedirler? Yazı ya da şiir yayımlamakta
keyfilik, kişisel ilişkiler ön planda mıdır, değil midir? Bu kişilerin
saygınlıkları "tartışmalı" mıdır, yoksa bunlar hem sütten çıkmış ak kaşık
hem de Türk ve dünya edebiyatı için vazgeçilmez kişiler
midir?
2. Edebiyat
dünyasında "sıradışı" ve "yeni" olana bakış nasıldır? Bir tür gelenekçilik
var mıdır, yok mudur? Varsa, bu kimler tarafından, nasıl ve hangi maskeler
altında oluşturulmuştur?
3. Edebiyat
dünyasının dokunulmazları, putları, totemleri var mıdır? Kimlerdir bunlar,
ortak paydaları nelerdir?
4. Türkiye'de eğer
Blanchot-vari, Bataille-vari, Artaud-vari metinlere rastlanamıyorsa, bunun
nedeni ülkemiz insanlarının zekâ noksanları, okuma ve anlama sorunları,
genetik engelleri midir; yoksa bu ülkede bu tür insanların daha ortaya
çıkmadan önlerini kesen bir çeteler topluluğu mu vardır? Bunlar kimlerdir ve
nasıl bir düzenle çalışırlar?
5. Eleştiri
tarihimizde Hüseyin Cöntürk, Eser Gürson gibi adlar var mıdır? Bunların,
mevcutlardan nasıl bir farkı vardır? Birdenbire yazmayı neden
bırakmışlardır? Onların bu eylemsizlikleri hangi sonuçlara yol
açmıştır?
Devede kulak
kabilinden birkaç soru sıralayıverdim. Dediğim gibi, bunlar yüzlerce başka
soruya bağlantılı olarak uzun ve yorucu çalışmalar gerektiriyor. Biz de
önümüzdeki süreçte bu sorunsalı da içerecek çalışmaların hazırlığı
içindeyiz…
Sayın Haydar
Ergülen'in yazısındaki ilgili bölüme gelince… Kendisi örtük bir göndermeyle
iletisini okura sunmuş; ama bu sadece "belirli çevreden" bir okur kitlesini
ilgilendiriyor. Sözlerini, Can Yücel'in mahkemede söylediği "söz"e yaptığı
göndermeyle bağlamak istiyor. "Ne güzel ve ne kadar da doğru söylemiştin bir
mahkeme salonunda" diyor. Belirli geçmiş zaman kipinde eylem (söylemişTiN)
kullanması, onun, sözünü ettiği olaya bizzat tanık olduğunu ve Yücel'in
sözlerini doğrudan işittiğini gösteriyor. Ben, bu haliyle Ergülen'in kişisel
tarihini ilgilendiren o sözü bilemezdim (Kendisi de açıklamıyor). Ancak,
internette yaptığım araştırma üzerine, Can Yücel'in hâkime, "Göte göt
demeyip ne diyeyim?" gibisinden bir laf ettiğini öğrendim.
Doğrusu, belirli
çevrelerin meyhane muhabbetlerinde malzeme olma ayar ve kıvamındaki
rivayetlere önem vermem; ama bu vesileyle, gerikalmış ülkemizin edebiyat
ortamlarında "efsane/mitoloji" kültürünün ağırlığını, önemini,
belirleyiciliği bir kez daha anlamış oldum. Birinin "önemli" olması için
ille de "efsanevileştirilmesi", hakkında "kıssa"lar üretilmesi, bu
"kıssa"ların çeşitlenmiş rivayetle meyhaneden meyhaneye dolaşması gerekiyor
demek ki… Şeyhler-müritler, kıssalar-ibretler vs… Bu yeni "din"in
dindarlarının ne denli "fanatik" ve "bağlı" olabileceğine ilişkin
gözlemlerim de olmuştu, geçmişte…
Koroda
olmadığımdan, ileti ilkin ulaşamadı bana; epey araştırdım…
Haydar Bey'in
yazılarında genel olarak eş dost muhabbetleri üzerine şekillenen bir
içeriğin bulunduğu, sanırım herkesin malumudur. Belki de gerekli zamanda
gerektiği sayıda yazıyı (işin içinde "şiir" de var tabii) yetiştirebilmek
için böyle bir kolaylığı/kolaycılığı tercih ediyordur. Bu yazılarda benim
dikkatimi çeken bir yön daha var: "Baba", "Abi", "Kız kardeş" vs. gibi
akrabalık bildiren sözcüklerin yoğunluğu. Bu, sözünü ettiğim "aile şirketi"
gerçeğinin doğal bir dışavurumu olsa gerek. Kuşkusuz, edebiyat okuru ve
yeniyetme yazar/şairler üzerinde bunun sağlayacağı umulan bir "psikolojik
üstünlük" de hesaba katılmıştır.
Sayın Haydar
Ergülen'in şiirlerine ve poetik konumuna ilişkin söyleyeceklerimi burada
dile getirmeyi de uygun bulmadığımı belirtmeliyim; bu, "duygusal" ve "keyfi"
görünmeme neden olabilir…
Şu "göt"
muhabbetine ise girmeyeceğim; seyrek aralıklarla "yazan", bunları da zar zor
yayımlayabilen biri olarak beni zerre kadar ilgilendirmiyor. İshal
olmuşçasına yazı ve şiir üretenler düşünsün, üzerine alınsın ilgili
atfı…
Esenlikle,
doğrulukla, "etik"le ve "insanlık"la kalınız…
ERDOĞAN KUL - 14 Nisan
2008