[iv] Hermann Hesse, Gertrud, Çev: Kâmuran Şipal, Afa
Yayınları,1997, s.32,33
3.
Bir
Caz Şairi: P a t r i c i a B a r b e r
Fazla gevezelik etmeyeceğim;
“Patricia Barber” hakkında düşündüklerimi ve bildiklerimi tek çırpıda ortaya
koyacağım.
Patricia Barber, Chicago kökenli bir piyanist ve vokalisttir —şu
sıralar “Cool Caz”ın prensesi olarak adlandırılıyor. İlk birkaç albümünde
caz standartları ile bazı popüler şarkıları soğutup “pastorize” ederek yorumlamış ve müzik eleştirmenlerinin
dikkatini çekmiştir. Daha
sonra, “geleceğimin üstünü çizmemek için
geçmişimin üstünü çizdim.” diyerek kendi parçalarını yazmış, bestelemiş
ve “Verse”(Dize-Kıta) adlı albümü caz severlere sunmuştur. Ben, bu tavrın
günümüz müzisyenlerinin çok yakından bildiği “nostalji ticareti”ne karşı
geliştirilmiş en güçlü direnç olduğuna
inanıyorum.
“Verse”deki parçalar,
tüm “cool caz” parçaları gibi
“kurşun geçirmez bir karanlık”la birlikte parlıyorlar. Sanırım, albümdeki
ilk parçanın “The Moon” ismini taşımasının sebebi de bu garip karanlıktır;
şarkının bir bölümünde şöyle
diyor: but tonight / there won’t be
light / cause I can’t shine / without you. Bahsettiğim derinliğin
dibinde, şarkı sözlerinin şiirselliği ve imge yoğunluğu var.
Barber’a sözlerindeki
şiirselliğin nedeni sorulduğunda bu durumun okuduğu şiir kitaplarının ve
E.e.cummings’in etkisi olduğunu söylüyor. Piyanist olarak da en çok
etkilendiği caz sanatçısının “Bill Evans” olduğunu belirtmekten kaçınmıyor.
Gerçekten de Bill Evans’ın
melodilerini ve tuşelerini düşündüğümüzde her bir müzik cümlesinin bir şair
tarafından yazılmış “dizeler”
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Patricia Barber da imgesel anlatımın
gücünün farkında ve “şiir”in gizemini takip eden ekolün yeni nesil
temsilcisi gibi görünerek caz hayatına devam ediyor. Ayrıca, “cool caz”
türünde çalgılar arasındaki iletişim ya da cümleler daha iyi
ayrıştırılabilir bir yapı oluşturur. Cool Caz’a özgü bu ağır ve yoğun
anlatım, müziği daha iyi anlamlandırabilmemizi sağlıyor. Kısacası, Patricia Barber, müziğinin
göstergelerini tane tane, yavaş yavaş dinleyicilerine sunuyor. Böylece cazın
güzelliğini ve rengini daha kolay bir biçimde algılıyoruz.
Şimdi, şu şekilde bir soru soralım kendimize: “Eğer şarkı sözleri
imge yoğun dizelerden oluşacaksa bunu “cool caz”ın dışında hangi müzik türü
aracılığıyla gerçekleştirebiliriz? Hangi müzik “cool caz”dan daha iyi
taşıyabilir şiiri? Belki etnik sentezler bunu başarabilir, ama diğer türler
için bu deneyin çelişik bir durum alacağını, gizli bir çirkinliğe
bürüneceğini düşünüyorum. Kabul etmek gerekli —Patricia Barber şiirsel
söylemlerini müziğine sığdırabiliyor ve şarkılarının eğreti hiçbir tarafı
yok. “Cool Caz”ın prensesinin dengelemeyi başardığı bu alaşım, hem müzikal
hem de edebi bir beceridir ve kesinlikle takdir edilmesi gereken bir olgudur.
Bu başarı yüzünden Barber’a “Caz Şairi” diyebiliriz. Yoksa, tabii ya, Patricia Barber “Poetik Caz” adlı yeni bir caz türü
keşfetmek için uğraşıyor olmasın? Belki… Bunu akademisyenlerin incelemesi
lazım. Ama “zurnanın son deliği” olan akademisyenler değil, gerçek
akademisyenler bu konu üzerinde titizlikle çalışmalı…Çünkü bu kadın bizim
ezberimizi bozdu. Ben,
dinleyici sıfatımla, Barber’ın “dize”lerinin ve müziğinin
önünde saygıyla eğilerek bu yazıyı sonlandırmayı düşünüyorum. Ancak,
akademisyenler ise çalışmaya şimdi başlayacaklar…
4.
Coşku
Mühendisleri’nin Zaman Dışı Parantezleri
İşletmelerde muhasebeciler fazla önemsenmez ve “zurnanın son deliği”
olarak görülürler. Hesap işleriyle uğraşan, kayıt tutan, şirketin
faaliyetlerini sayısal olarak vergi makamlarına ya da yöneticilere
raporlayan muhasebeciler, işi kılıfına uyduran matematiksel kişiler olarak
bilinirler. Gariptir ki, benzer bir tavırla, müzik dünyasında da “vurmalı
çalgılar” melodi belirleyici olmaktan çok ritim belirleyici olarak ele
alındıkları için tarih boyunca fazlaca önemsenmemişlerdir. Müzik tarihi
“caz” kavramına gelip dayanıncaya veya çatlayıncaya kadar bu tavır devam
etmiştir; müzik anlayışı “caz”a ulaşınca işler -hiç değilse biraz-
değişmiştir.
Tıpkı “muhasebeci”lerin işletmelerdeki konumu gibi, “davul” ve “davulcu” da diğer
çalgıların ya da müzisyenlerin ayağının altında bulunan sağlam bir zemin
olarak düşünülebilir. Bu anlamda, vurmalı çalgılar, gerek akışkanlığıyla
gerekse kurgusuyla denge unsurudur. Kim ne derse desin ya da nasıl söylerse
söylesin, bugün, etnik cazın varlığında, beğenilmesinde ve önemsenmesinde en
önemli aktör “vurmalı çalgılar”dır.
Caz müziğinin zaman içerisindeki değişimi ve açılımları
incelendiğinde, melodi dünyasının dışına çıkarak armonik hesaplardan
sıyrılıp “ritim cümleleri” kuran, sıralayan ve bir anlamda “çoşku mühendisi”
olduklarına inandığım davulcuların önemi yadsınamaz. Ayrıca günümüzdeki
popüler müziğin, elektronik müziğin ya da “clubber-trip”lerin temelinde melodinin değil de ritmin
bulunması önemli bir başka noktadır. Bu durumun -övünç sebebi olmasa bile-
en azından dikkat çekici
olduğunu kerhen kabul etmek gerekiyor.
Konser kayıtlarını ve görsel caz arşivlerindeki fotoğrafları
incelerken davulcuların senkoplar sırasındaki surat ifadeleri her zaman
dikkatimi çekmiştir. Bileylenmiş, birkaç salise süren, dengeyi bozmadan oluşturulmuş güzel
bir kombinasyon ya da zamansız(aniden) bir duraksama(sus) dinleyicinin
içindeki akışkanlığı veya vücudunun devinimini değiştiriyor. Çok eski bir
dostum, “Davul çalarken kalbimin ritmi değişiyor!” demişti. Buna
inanmamıştım, hâlâ da inanmıyorum. Ancak, dinleyicinin ezberinin
bozulduğunu, gizli bir coşkunun yaşandığını da reddetmek mümkün değil.
Örneğin, “Aziza Mustafa Zadeh”in “Dance Of Fire” adlı albümündeki sinerjinin
etkisini göz önüne aldığımızda, enstrümanlar ile davul arasındaki kimyanın
ya da iletişimin, bir anlamda kusursuz olduğunu görebiliriz. “Bana Bana Gel”
adlı şarkıdaki davul solosunda Omar Hakim’in ağzından kaçırdığı ufak bir
“bağırış” bahsettiğim coşkunun, tuşenin ve zaman dışı parantezlerin göstergesidir. Sıkı bir davulcunun da
kayıt sırasında enstrüman üzerindeki kasnaklardan vazgeçip ritimlerini stüdyonun duvarlarına,
sandalyelerine taşıdığına, oralardan çıkacak sesleri duymak istediğine şahit
oldum. Sanırım, caz davulcuları, notalar arasındaki boşluklarda tuşeyi
güçlendirmeyi, o gizli coşkuyu nasıl yakalayacağını ya da nasıl dengeleyeceğini düşünerek
hayatını geçirmektedir.
Caz dünyasındaki davulculardan bahsetmek gerektiğinde, Art Blakey,
Elvin Jones, Jack De Johnette, Billy Cobham, Omar Hakim önemsediğim ve davul
cümlelerini zevkle dinlediğim isimlerdir. Bazı proje albümlerini sadece bu davulcuların dahil
olduğunu bildiğim için satın alırım. Michael Brecker’ın “Tales From Hudson”
adlı albümünde, kontrbas ustası Dave Holland ile davulcu Jack De Johnette
arasındaki kimyanın gizleri, bu müzikal cümlelerin alaşımı albümün ünündeki
en önemli unsurdur. Steve Smith ve Dave Weckl gibi davul virtüözlerinin
insanüstü davul cümlelerini,
zorlama bulmakla beraber zevkle dinlerim. Virtüözlerin gerilim içeren
davul oyunlarını ve bazı anlatımları kaçırdığımın, algılayamadığımın da
farkındayım. Sanırım virtüözler
gelecek nesillerin algısını düşünerek çalıyorlar. Bu durumu yadsımıyorum
—birilerinin geleceği
düşünmesi, sınırları zorlaması ve yeni yollar bulması gerekiyor. Steve
Smith’in Aydın Esen’e eşlik ettiği “Timescape” adlı albüm geleceği düşünen,
yeni yollar arayan bir deneydir. Bu anlamda, özellikle “Caz Fusion” gibi
deneysel türlerde davulcuların öneminin iyice arttığını da göz önüne
almalıyız. Serdar Ateşer’ in “Avdet Seyri” adlı projesindeki davul performansıyla Turgut Alp
Bekoğlu aklımdan hiç çıkmıyor. Bir de, şiddetle merak ediyorum; elitizm’i ve
dirsek temaslarını bir kenara bırakıp Turgut Alp gibi gerçek isimlerden, caz
davulcularından neden bahsedilmez? Bu konularda çeşitli söyleşiler,
araştırmalar ya da çeviriler neden yapılmaz? Müzik dünyasını bir piyasa gibi
gören, hatta piyasalaştıran “sahibinin sesi medya kuşları”
çeşitli çevrelerde ötmeye devam ediyor —Bu yüzden mi?…(İnşallah! Bu
yüzdendir…)
Sonuç olarak, caz davulcularını müzisyen olarak görmeyen veya
önemsemeyen çevrelere rahatlıkla şunu söyleyebilirim:
-Siz bu lakırdıları benim külahıma anlatın! Caz davulcusu coşkunun
mühendisidir.