Sıfır sayısı çarpanlarına
ayrılamaz. Boşluğun yutuculuğu ve onun karşısında titrememiz, aralarında
birkaç sene bulunan iki davul vuruşu ve bu zaman aralığında oluşan kimya
(akkor bir kimya hem de) önemlidir, önemseniyordur artık...
Bunu her yerde seziyorum.
“Görsel Şiir”in (bence görsel işlerin) ya da "imkânsızın dili"nin (bence Ece Ayhan doruğunun) avantajı,
forvetliği, büyüklüğü, hızı işbu garip kimya (bazen de ecza) etkileşimiyle
oluşan apansız ve rastlantısal bir yuvalanmadan kaynaklanıyor.
Peki, nasıl bir şey
bu?
-Parçaların değil de parçalar
arasındaki boşlukların, iki nota ya da vuruş arasındaki "sus"ların, iki sayı
arasında (örneğin 1 ile 2) sonsuz sayı bulunmasının, çoklu(hareketli) anlam
kaymalarının bütünlükten, bir bütün olmaktan sonsuz kere önemli olduğu bir
kimya...
-Üzerindeki her şeyden (her yüzey
anlamdan, her belirgin işlevden, her yükten) sıyrılıp varoluşuna geri dönmek
isteyen bir eşyanın (örneğin bir portmantonun) akkorluğuna sahip bir
kimya...
-Bütünlüğü sadece ve sadece
boşlukta bulan ve boşluk üzerinde yenilenen bir kimya...
-Yapısal analize imkân vermeyen,
oluşumunda termin ya da nedensellik içermeyen, bir şeylerin altını değil de
üzerini çizen bir
kimya...
-Oktay Rifat’ın deyişiyle
“rastlantının bizden çok daha akıllı olduğu” gerçeğini yineleyen, ibraz
eden, İlhan Berk’in “sessizlik
de/ bilinmek ister/ hakkı bu”
dizeleriyle tazmin edilen;
suskunun, boşluğa doğru likidite oluşturduğu ve dillendiği,
“Mısırkalyoniğne” ve “Perçemli Sokak” adlı kitaplarda vücut bulan, Ece
Ayhan’ın (bence Ayhan
Çağlar’ın) ise tüm eserlerinde kendisini oluşturan ve gösteren bir kimya...
Zafer
Yalçınpınar
25 Aralık
2007