|
Birçoğunuzun da bildiği gibi bu hayatta tutkuyla –belki
de patolojik bir dürtüyle- yapmaktan kendimi alamadığım şey, sahaflarla
sohbet etmek, kitap peşinde koşmak, kitapların yolculuğunu ve o yolculuğun
hikâyesini düşünmektir. Ece Ayhan, Turgut Uyar, İlhan Berk, Orhan Kemal,
Sait Faik, A.Muhip Dıranas, Can Yücel, Haldun Taner, Oktay Rifat gibi şair
ve yazarların imzalı kitaplarının çoğunu büyük (göreceli) bedeller ödeyerek
sahaflardan edinmişimdir. Bazen bu uğurda toz ve pislik dolu hurdacı
yığınlarının, paslı beyaz eşya eskilerinin ve kırık dökük eski mobilyaların
üstünde/arasında bile kitap peşinde koştuğum olmuştur ki birçok önemli ismin
imzalı ya da ilk baskı eserlerini de buralarda (hurdacıda) bulup -kilo hesabıyla- satın
almışımdır. Bunu kendimce “entelektüel serserilik” olarak adlandırıyorum.
Özellikle imzalı ve ithaflı kitaplara dikkat eder, imzaların morfolojisine,
yazarın ve ithaf edilen kişinin kim olduğuna, ne iş yaptığına ve kitabın
nerede, hangi dönemde imzalandığına önem verir, bunları araştırırım. Son iki
sene içinde kitap peşinde dolaşırken karşılaştığım çeşitli durumlar bu
uğraşımı daha da ilginç kılıyor: İlk olayı çok sevdiğim dostlarımdan biriyle bir sahaf
ziyaretimde yaşadım. Sahaftaki kitapları incelerken şiir kitaplarının
arasında birçok imzalı kitapla karşılaştık. Hilmi Yavuz’dan, Seyhan
Erözçelik’ten, Hakan Arslanbenzer’den, Engin Turgut’tan, İzzet Yasar’dan,
Güven Turan’dan ve daha birçok yazar ve şairden Lale Müldür’e imzalı
kitapları sahafta görmek bizi oldukça şaşırtmıştı. Şaşırtmıştı çünkü bu
isimler sıradan, edebiyat dışı veya adı, sanı duyulmamış şairler değildi ve
Lale Müldür de bir şair olarak hâlâ hayattaydı. Sahafa bu kitapların
bedelini sorduğumda “fiyatı adet hesabına vurup, inceliğine ve kalınlığına
göre” tanesini 2 ya da 3 YTL’den bana satabileceğini söyledi. İçinde
bulunduğum durum bana çok ilginç gelmişti ve kitapları hemen satın aldım.
İmzaların bazılarını koleksiyonuma ekledim, bazıları da beni –gerçekten-
fazlaca ilgilendirmiyordu; tek bildiğim koleksiyonuma katmayacağım bu
kitapların da sahafta 2-3 YTL bedelle -satılık- durmasından/kalmasından
rahatsız olduğumdu. Bir de tabii durum ilginçti, misal; Hakan Arslanbenzer
gibi radikal derecede İslâmik bir adamın Lale Müldür’e (Lale Ablacığı’na)
kitap imzalaması bana değişik/çelişik geldi. Sonradan, dükkânın sahibine bu
kitapları nerden bulduğunu sorduğumuzda “genç bir adamın gelip, bu kitapları
kendisine sattığını” ifade etti. Gene de, eğer işin içinde bir “hırsızlık”
meselesi yoksa kitapların Lale Müldür’ün arzusu dışında sahafa geldiğine
inanamıyordum. Acaba Lale Müldür bu kitapları neden elinden
çıkartmıştı/bırakmıştı? Büyük ihtimalle Lale Müldür bu kitapların kendisi
için bir şeyler ifade etmediğine inanıp –kitaplara kıymet vermeyip- evde,
kütüphanesinde “toz yuvası” olarak duracağına ya da gereksiz yer
kaplayacağına karar kılmış ve kitapları sahafa göndermişti… Bu noktada yazarların, şairlerin neden kitap imzaladığı
üzerine daha çok düşünmeye başladım. Okuyucu ya da yazar matbaa
endüstrisinden matbuat olarak çıkmış çeşitli fabrikasyon kitapları işbu
matbuu durumdan kurtarmak ve bir şekilde kişiselleştirmek için çift taraflı
olarak “biricik” hâle getirmek istiyorlar. Bu nedenle de çeşitli el
yazıları, ithaflar, atıflar, çizimler ve imzalar kitapları matbuatın
samimiyetsizliğinden kurtarır bir yol olarak görünüyor. Fakat kitapların
bazıları özenle ve içtenlikle imzalandığı gibi bazıları da imza günlerinde
ya da benzer samimiyetsiz etkinliklerde önceki fabrikasyon konumundan
kurtulamıyor. İşin içinde tanışıklık, dostluk ve içtenlik olmayınca yazarın
ya da şairin el yazısı/imzası/ithafı bile anlamını, biricikliğini kaybediyor
ve “imza günlerinde bileğe kuvvet kitap imzalamak hatası”yla birlikte
metalaşmış, prefabrik bir şeye dönüşüyor. Bu durum üzücüdür ve
aşikârdır. Bir diğer “imza” yönelimi de dergi veya yayınevi
editörlerine ithafen imzalanmış kitaplardır. Editörlere ve dergilere ünlü ya
da ünsüz kişilerden birçok kitap imzalandığı, gönderildiği bilinen bir
gerçek hatta zorunlu bir süreçtir. Bunun amacı –yazar veya şair ilgili
editörü tanımamasına rağmen- “ben de varım ve işte yeni kitabım!” ya da
“derginizde benim kitabımı da tanıtın!” söylemini alttan alta sunmaktır.
Peki, editörler veya yayınevi sahipleri bu tanımadıkları insanların
kitaplarını ne yapıyor, bunlara nasıl davranıyor? Öncelikle, editörlerin tüm
bu kitapları doğru dürüst (başından sonuna, eksiksiz) olarak okuduklarına
inanmıyorum; özellikle de tanınmamış birinin kitabı söz konusu ise… Belki
hızlı hızlı göz gezdirip, birkaç dize ya da paragraf okuyup kitap hakkında
hızlı bir yargıya varıyorlardır. Peki, editörler ellerine gelen kitaplar
hakkında şu veya bu şekilde yargıya da vardılar/varabildiler, sonra neler
oluyor, kitaplar nereye gidiyor? Kitapların nereye gittiğiyle ilgili düşüncelerimi,
karşılaştığım başka bir olay üzerinden size aktarayım. Bundan bir ay önce
sahaflardan birinde –gene- kitap incelerken üç adet imzalı
kitapla karşılaştım. Kitaplar, Tarık Dursun K.’dan Cem Erciyes’e ve Salih
Bolat ile Nevzat Çelik’ten İlhan Selçuk’a ithafen özenle
imzalanmıştı. Bu kitapları da –daha önce olduğu gibi- tanesi 2 YTL’den satın
aldım. İlginç olan şey bu yelpazedeki hiçbir ismin sıradan olmamasıdır;
Tarık Dursun K. birçok edebiyat yarışmasında jürilik/bilirkişilik yapıyor,
Nevzat Çelik birçok yarışmada ödül almış ve tanınmış/duyulmuş bir şairdir,
Salih Bolat özel bir üniversitede ve başka dışsal projelerde “yazarlık
dersi” veren bir öğretim görevlisidir, Cem Erciyes ise Radikal Gazetesi
Kitap Eki’nin editörüdür ve İlhan Selçuk’u ise tanımayanımız yoktur. En
önemlisi, bu isimlerin hepsi de hayattadır. Sonuçta ne olup bittiğini
bütünüyle bilmiyorum veya tahmin edemiyorum ancak işin içinde bir “kıymet
vermemek veya dikkate almamak” durumunun olduğu açıktır. Bütün bu olayları, çok sevdiğim değerbilir bir sahaf
dostuma anlattığımda konuya hiç şaşırmadığını belirtti. Birçok dergi
editörünün senenin çeşitli zamanlarında dükkânına gelip toplu halde (200-300
adet) kitap sattığını, bu kitapların çoğunun imzalı olduğunu, bazı
editörlerin ise daha kurnazca davranıp imzalı sayfaları yırtarak kitapları
sattığını söyledi. Düşünüyorum da önemsemedikleri kitapları ellerinden
çıkarmak isteyen editörler ve yayıncılar işbu kitapları doğuda kitap
bekleyen okullara, köylere, kütüphanelere ve insanlara ulaştırsalar daha
akıllıca ve faydalı olmaz mı? Hatta, kitap çıkaran/bastıran insanlar,
şairler veya yazarlar da kitaplarının kıymet görmeyeceğini, sahaflara
düşeceğini bile bile kabzımal mizaçlı editörlere kitaplarını
göndereceklerine, en baştan –doğrudan- kitapları bir “hayır kuruluşu”na
bağışlasalar ya da doğuya bizzat kendileri gönderseler çok daha faydalı
olmaz mı? Olur. Zafer
Yalçınpınar – 22 Kasım 2007
İmzacılık Oynamak Yerine
Faydalı Bir Şey Yapmak!