|
Burada yayımlanan
yazılarımda “edebiyat kâhyaları”nın manipülasyon amacıyla kullandığı ödül
mekanizmaları, içsiz dosya konuları, sessizlik/susku suikastları ve
editöryal dirsek temasları gibi birçok enstrümandan (çalgıdan) bahsetmiştim…
Şimdi ise edebiyat alanındaki en işlevsel “yapay saygınlık” unsurlarından
biri olan “edebiyat etkinlikleri” konusunda birkaç şey söylemek istiyorum.
Şüphesiz, bu konuda söyleyeceklerim ülkedeki bütün edebiyat etkinlikleri
için değil de “çoğu” için geçerlidir:
Bugün, çeşitli yörelerde
gerçekleştirilen edebiyat etkinliklerine konuk ya da konuşmacı olarak
katılan isimleri takip eder ve bir yerlere not alırsanız, belirli dönemlerde
ikişerli, üçerli bileşkeler (kombinasyonlar) şeklinde çeşitlenen en fazla
15-20 kişilik bir “mükerrer isimler listesi”ne ulaştığınızı fark edersiniz.
Gerçekten de mikrofon arkasında olmayı seven ve ancak bu tip bir konumla
(sahnede) yazarlığını ya da şairliğini kayıt (teyit) ettirmeyi düşünen o
“yazar/şair havuzu” 15-20 kişiden fazla değildir. Geçenlerde, Samsun’daki
bir etkinliğin konuklarını eleştiren Samsun’lu bir yerel gazete muhabiri,
söz konusu “yazar/şair
havuzu”nu fark etmiş ve bir “Gezici Edebiyat Kumpanyası”na benzetmişti. Peki
bu “edebiyat kumpanyası” nasıl çalışıyor?
Çeşitli yörelerde,
çeşitli kültür-sanat etkinlikleri gerçekleştirmeyi ve “program boşluğu”nu
doldurmayı düşünen bir tüzel kişi (Belediye, Başkan, Müdür vb.) üst
başlığını fazlaca önemsemeden, rastlantısal olarak “herhangi bir edebiyat
etkinliği” düzenlenmesi yönünde bir talepte bulunuyor. Bu talep, edebiyat
konusunda derinlemesine bilgi ve fikir sahibi olmayan, yaratıcılık
vasıflarını kaybetmiş ve “aidat toplamak”tan başka bir şey yapmayan bir
başka “tüzel kişi”ye (Dernek, Vakıf, Sendika vb.) ulaşıyor.
Hepimiz biliyoruz ki talep alan bu tüzel kişilikler aslında birkaç “kadavra
örgüt”ten veya “saygınlık cukkalamanın kilometre taşı”ndan başka bir şey
değildir… Kısacası, bu aşamada -birden bire- derneğin ya da sendikanın
(referans noktasının) yönetiminde olan kişiler konuyu bir “tüzel kişilik”
olarak ele almayı bırakıp, dirsek temas aralığına getirmektedirler. (Bkz: “Editörcülük Oynamak”
, S Gazetesi, Sayı:111) Böylece “yönetici”nin kendi yakınında veya
kendine yakın bulunan (önceden tanımlı) ilişki ağından üç-dört kişilik,
yazarcılık, şaircilik oynamaya hazır ufak bir ekip seçiliyor. Sonra da “Ver
elini Türkiye’nin her yeri!
Tabii ya, vur patlasın, çal oynasın, aman, sabahlar
olmasın!”
Dikkat ederseniz, bu
yöntemle (dirsek temasıyla) organize edilen etkinliklerin konu
başlıklarından veya içeriğinden hiç bahsetmedim. Çünkü bu tip etkinlikler
için atışın serbest olduğu bazı dipsiz, bulanık ve mükerrer konular (veya
korolar) her zaman hazırdır: Taşra ve Edebiyat, Taşra ve Şiir, Günümüz
Edebiyat Dergiciliği, Günümüz Türk Şiiri vs… Örneğin, “merkezin taşrası”ndan
gelen bir “gezici edebiyat kumpanyası”nın “Taşra ve Günümüz” üzerine ahkâm
kesmesi, “taşranın merkezi”nde bulunanlara büyük bir lütuf olarak
görülmektedir! İfadelerimin
karşıtlığından ve komikliğinden de tahmin edeceğiniz gibi söz konusu lütuf,
büyük bir tipolojik yanılgıdır. Çünkü artık, günümüz iktidarının karakteri
“merkezileşme olmadan yoğunlaşmak” gibi bütünsel bir taktikle yapılanmıştır.
Taşra ya da merkez, iktidarın yoğunlaşması açısından farksızdır.
Bütün bu anlattıklarıma
karşın yazarcılık, şaircilik oynamayanların ve bir edebiyat etkinliğine
gezinti amacıyla değil de “yaşamın vicdanı ve atardamarı” olarak katılan
sanatçıların varlığı da söz konusudur. Aslında, gerçek lütuf bu insanlardır.
Yazarcılık veya şaircilik oynamayan gerçek bir sanatçı –mikrofonun önünde ya
da arkasında- iktidar bataklıklarının her türlüsüne doğrudan karşıdır.
Örneğin, geçtiğimiz günlerde Latife Tekin’in Karabük’te başına gelenler,
orada Latife Tekin üzerinde denenen “mikrofon kapatma ve boyun kırma
girişimleri” bu “iktidara karşı duruş”un bir ürünüdür. Latife Tekin,
haklılığın inadını yüklenmiştir.
Sonuç olarak, yazının
başında tanımladığım edebiyat kumpanyalarının ve mikrofon ardındaki
fıkraların, içsiz, mükerrer söylemlerin “program” doldurmaktan, gezintiye
çıkmaktan ve yapay saygınlık cukkalamaktan başka bir “iş”e yaramadığı
açıktır. Gerçekten “etkin/etken” olan bir “etkinlik” görmek isteyenler,
Allen Ginsberg’in (6:45 taifesi tarafından filmleştirilen) “Uluma” adlı
şiirini ve proje kapsamında Şenol Erdoğan tarafından bu şiirin icra
edilmesini bir yerlerden bulsunlar ve
izlesinler…
ZAFER YALÇINPINAR
11 Ağustos
2008