Şu edebiyat yıllığı ve antoloji geyikleri -kurulmuş birer işkence
düzeneği gibi- her yıl tekrarlanmak zorunda mı? “Yıllık” denen şeyin -ki
aslında bizim memleketteki haliyle, minik sahtekârların büyük seçkisinin-
uygulamaya konulduğu senelerden (1940’lardan) beri hazırlayanları tarafından
bir “üleştiri” ve “yapay saygınlık” enstrümanı olarak kullanıldığı
bilinmiyor mu? (Ne yazık ki tarihin salınımında yer alan birkaç istisna, bu
“kötü kural”ı bozmaya yetmemiştir.)
“Yeni Sinsiyet”in üssel bir hızla sosyolojik olarak kavramlaştığı şu
günlerde, yıllık denen şeylerin, “sessizlik suikastı” ya da bunun diğer ucu,
tersi olarak “insan yemleme” bazlı bir “yöntemli kötülük” çerçevesinde
hazırlandığı hâlâ anlaşılmadı mı? Sözde yıllıklarda oluşan o “halay
takımları”nın ve yıllığı hazırlayan o halaybaşı ya da subaşı zevatların
“haysiyet ve şahsiyet” diye bir şeyden haberleri olmadığı belirgin, yani o
halayın kendisi gibi, yıllığın kendisi gibi, kısacası nal gibi ortada değil
mi? Diğer mutat zevatlar da böylesine bir “vasatlık kolyesi”nin içerisinde,
dizgesinde yer almaktan özel bir zevk alıyorlar ya da bunda halayvari bir
uyum mu hissediyorlar, anlayamıyorum… Her sene her sene, şunları tekrar
etmek, söylemek zorunda mıyım;
“Edebiyat yıllıkları” denen şeyler iktidar hırsının endüstriyel kasaplık zaaflarından,
mezbaha kurmak zaaflarından biridir. (Üstelik bu enstrümanlar iktidar için
diğer enstrümanlara -şiir ödüllerine, şair anmalarına, gezilere,
etkinliklere vs- göre daha masrafsız ve ekonomiktirler, senede bir kez icra
edilirler, kurulurlar ve bir şeylere ek olarak dağılırlar.) Günümüzde
yayımlanan yıllık seçkilerin tümü, Türk Şiiri alanındaki irticai
dezenformasyonun belgeleri olmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu yıllıklar
her alandaki “Gerçeklik Terörü”nün yani yapay bağlamlarla oluşmuş “derin bir
gericiliğin” edebiyat alanındaki uzantılarıdır. Ve inanın ki hazırlayanların
“dilbilimsel ve göstergebilimsel ilkellik ile fikir kelliği” doğrultusundaki
kâhyalıklarından, “irtica paydaşlığı” yolundaki dirsek temaslarından filan
başka “ortak bir söylemleri” de yoktur. Benim gözümde, tabii ki, bardak
altlıklarıdır.
İşbu “minik sahtekârların büyük seçkileri”nden medet umanlara ve
şiirini bu mezbahalarda “teyit” ettirmeye, “kayıt” altına aldırmaya
çalışanlara bu işten vazgeçmelerini tavsiye ederim. Çünkü o mezbahalardan
akan sadece sizin kanınız değildir; eşanlı olarak “yaşamın ve canlılığın”
kanıdır… Bu yıllıklara, bu mezbaha bileşkelerine ve düzeneklerine isimlerini
bulaştırmamayı başarmış, bunlardan sakınmış olanlara ve “genç şair” denen
profile de şu uyarıda bulunmak zorundayım: “Her seferinde, her yıl direkten
döndünüz ve dikkatli olun! O kasaplar her an sizi de çeşitli yemler
kullanarak ve çaktırmadan ve nazikçe sözkonusu mezbahaya davet edebilirler!
Yani seçilebilirsiniz…”
Zamanında Dr. Erdoğan
Kul’un sorduğu sıkı soruları, aşağıdaki metni hatırlayarak bu seneki “Yıllık Geyiği”ni
sonlandıralım:
“Yakın
tarihimize eleştirel ve nesnel bir gözle bakmaya çalıştığımızda hemen
karşımıza çıkan o sonu gelmez rezaletler silsilesi insanı biraz da ürkütür;
"bunca pisliği çözümlemek ve bir ölçüde de ayıklamaya çalışmak, belki o
yakın tarihin kendisinden bile uzun bir süreyi gerektirecek" diye… "Edebiyat
dünyamız" denilen (hangi "biz") çarpıklıklar sahnesi ise çooook uzun bir
konu; özetlenmesi bile ayrı bir baş belası!
Konuyu
daraltarak, en özde birkaç noktaya değinmeye çalışalım? Örneğin, rahmetli
M.H.D. özelinde birkaç küçük sorudan yola
çıkabiliriz.
1. Kendisi, eleştiri tarihimize
hangi kuramı/kuramları kazandırmış ya da hangi kurama/kuramlara yeni bir
açılım getirmiştir? Ona borçlu olduğumuz kaç tane "eleştiri terimi" vardır?
Eleştiri yönteminde işlevsel ve vazgeçilmez olan ne gibi özellikler
vardır?
2. "Yıllık" ne demektir? "Seçki"den
farkı nedir? Hazırladığı çalışmaya "yıllık" adını veren ama önsözde vs.
bunun aslında bir tür "seçki" olduğunu belirten bir kişi, bilerek ve
isteyerek yanlış sözcük seçmekte değil midir? Bu, çağrışımsal anlamı ve
tarihsel işlevi bakımından taşıdığı önem derecesi (belge, birinci el başvuru
kaynağı olma vb.) nedeniyle "yıllık" sözcüğünün gaspı, işgali, istismarı
değil midir? Bundaki niyet, "öznel"liğini "nesnellik" haline getirme
çabasından başka neyi gösterir? Böylesi bir eylemin sahibi, yaptığını meşru
görebilmek ve gösterebilmek için hangi sosyo-psikolojik durumdan ve hangi
çevrelerden güç almaktadır?
3. Yukarıda dile getirdiğimiz
çarpıklık, kısa sürede türevlerini oluşturmuş mudur? Aynı sözcük gaspı ve
istismarıyla sıra sıra ardılları gelmeye başlamış mıdır, başlamamış mıdır?
Yıllıkçılık, bir tür yetkelik yarışına dönüşmüş müdür? Kavramlar/terimler bu
biçimde kirletilirken, ilkeler, ölçütler de edebi ve düşünsel zeminden
finansal zemine kaymış mıdır?
4. Yıllık adıyla seçki
hazırlayanlar, "seçki"nin nasıl olması gerektiği konusunda bir ön çalışma
yapma gereği duymakta mıdırlar? Duymuyorlarsa, sebebi nedir? Bu kişiler
arasında, örneğin Kenan Akyüz'ün "Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi" gibi
bir çalışma ortaya koyabilecek düzeyde, sabırda ve yeterlilikte kimseler de
var mıdır? Yoksa, neden? Varsa, kim(ler)?
Bu
sorular uzar gider… "Edebiyat dünyamız" denilen ve Türkiye'de bir "aile
şirketi"ne dönüştürülmeye çalışılan şu menem şeye de biraz göz atmak
gerekir. Yukarıda söylediklerimiz o garabet sahnesinden tümüyle soyutlanamaz
elbette; ama bir ölçüde ayrı bir "vakıa" gibi düşünülmeyi de gerektiriyor.
Şu sorulara, edebiyatla azıcık ilgilenmiş herkes aşağı yukarı aynı yanıtı
verecektir? Farklı yanıt sahipleri sadece ikiyüzlülüklerini ortaya
koyarlar…
1.
Ülkemizde yayımlanmakta olan edebiyat dergilerinde kim(ler), hangi ilkelere
göre, nasıl bir yayın politikası izlemektedirler? Yazı ya da şiir
yayımlamakta keyfilik, kişisel ilişkiler ön planda mıdır, değil midir? Bu
kişilerin saygınlıkları "tartışmalı" mıdır, yoksa bunlar hem sütten çıkmış
ak kaşık hem de Türk ve dünya edebiyatı için vazgeçilmez kişiler
midir?
2. Edebiyat
dünyasında "sıradışı" ve "yeni" olana bakış nasıldır? Bir tür gelenekçilik
var mıdır, yok mudur? Varsa, bu kimler tarafından, nasıl ve hangi maskeler
altında oluşturulmuştur?
3. Edebiyat
dünyasının dokunulmazları, putları, totemleri var mıdır? Kimlerdir bunlar,
ortak paydaları nelerdir?
4.
Türkiye'de eğer Blanchot-vari,
Bataille-vari, Artaud-vari metinlere rastlanamıyorsa, bunun nedeni ülkemiz
insanlarının zekâ noksanları, okuma ve anlama sorunları, genetik engelleri
midir; yoksa bu ülkede bu tür insanların daha ortaya çıkmadan önlerini kesen
bir çeteler topluluğu mu vardır? Bunlar kimlerdir ve nasıl bir düzenle
çalışırlar?
5. Eleştiri
tarihimizde Hüseyin Cöntürk, Eser Gürson gibi adlar var mıdır? Bunların,
mevcutlardan nasıl bir farkı vardır? Birdenbire yazmayı neden
bırakmışlardır? Onların bu eylemsizlikleri hangi sonuçlara yol
açmıştır?
Devede kulak
kabilinden birkaç soru sıralayıverdim. Dediğim gibi, bunlar yüzlerce başka
soruya bağlantılı olarak uzun ve yorucu çalışmalar gerektiriyor. Biz de
önümüzdeki süreçte bu sorunsalı da içerecek çalışmaların hazırlığı
içindeyiz…”
5 Mart 2010-Zafer
Yalçınpınar