H e r   Y e r d e   O l a b i l m e k

 

“Orhan Kemal’in hikâyeleri bir orman yangını kadar haşmetli ve tesirlidir. Sanatı sadece bir deyiş, bir üslup işi olarak ele alanlara ne güzel ders. İncir çekirdeği doldurmayan bir takım cılız meseleleri, şöyle mi söylesem, böyle mi söylesem diye doksan dokuz günde ısıtıp önümüze süren şairlere, romancılara ne müthiş cevap!”

 

                           Oktay Rifat

                             

 

 

 

Edebiyat  dünyasıyla ve kuramlarıyla ilişkisi olmayan arkadaşlarımdan birine “Orhan Kemal’in kitaplarını bu kadar çok sevmenin ve okumanın sebebi nedir?” diye sorduğumda  şu cevabı almıştım:

“Kime baksam, kiminle konuşsam, sağda, solda, her yerde Orhan Kemal’in kahramanlarından biriyle karşılaştığımı hissediyorum.”

İstanbul’un kaldırımlarında gezindiğinizde, işine koşturan bir aile babası ya da paltosunun yakasını kaldırmış ağır başlı bir seyyar satıcı gördüğünüzde,  süpürgesiyle mahallesindeki evinin girişini temizleyen yemenili bir kadına veya plastik topla maç yapan  çocuklardan birine bakarken karşınızda Orhan Kemal’in eserlerinden  fırlamış, etten kemikten, “gerçek”  bir karakter bulursunuz.

Bununla birlikte, Anadolu’nun zor yaşam koşulları altında tarlalarda ve fabrikalarda çalışan terli köylülere, otobüs şoförlerine, memurlara, askerlere, asker kaçaklarına, emektarlara, emeklilere, düşmüş kadınlara, esnafa ve kahve insanlarına baktığınızda da büyük ihtimal aynı benzeşmeyle karşılaşacaksınız.

Gazetelerde yazılanları, dedikoduyla dağılan söylentileri ya da bizzat şahit olduğunuz olayları (tüm bunların olup bittiği mekanları) incelediğinizde ise Orhan Kemal’in  sahnelerinden biriyle yüzleşeceksiniz.

İşte, bir yazarın “Toplumcu Gerçekçi” olduğunun en kaba göstergesi bu çeşit benzeşmelerdir.

Meseleye akademik  ifadelerle yaklaşmak gerekirse Berna Moran’ın tanımlamasını  vurgulamak yerinde olacaktır:

“Toplumcu gerçekçiliğe göre sanatın yansıttığı gerçeklik toplumsal gerçekliktir, ama bu gerçeklik devrimci gelişme içinde görülür ve doğru olarak tarihi somutlukla, işçi sınıfının eğitimi gözetilerek yansıtılır. (…) Hayatı yansıtan bir eser eğer  gerçekçi ise, hayatta, bireyde, toplumda gördüklerini anlatacak, romantizme kaçan hayal ürünü bir dünya çizmeyecektir.”[i]

Şüphesiz “toplumcu gerçekçilik” üzerine birçok inceleme yapılmıştır. Bu yaklaşımın Türk Edebiyatındaki en önemli temsilcilerinden birinin Orhan Kemal olduğu  akademik çevrelerce kabul edilmiş ve  üzerine  ayrıntılı tezler yazılmıştır. Tüm bunları bir kanara bırakıp, yukarıdaki genel tanımlamaya Orhan Kemal’in  kendisi hakkında söylediği  sözleri eklediğimizde “toplumcu gerçekçilik” kavramını anlamak yolunda biraz daha ilerlemeyi başaracağız:

“Hangi türden olursa olsun, sanat eserinin, onu yaratan sanatçının fikri aşamasından gelen bir ‘propaganda’ aracı olmamasına imkân var mı? Toplumcu bir yazarım demiştim. Toplumcu bir yazar da, düzensizliğini yerdiği bir toplumun düzene girmesi istemekle, o toplumu teşkil edenlerden ‘her birinin’ ekonomik hürlüğünü istiyor demektir.(…) Bu davranış elbette politiktir.(…) Yani sanatçının tutumu ‘eğlendirici’ olmaktan çok, ‘düşündürücü’ olmalıdır” (Varlık, 15 Ocak 1966)

“Tanık olmak namusluluktur.(…)Ama yeter-şart değildir. Tanıklığı aşabilmek de teorik hazırlanmada kalmayıp hayatı insanlarla birlikte yaşamakla mümkündür. Bunu derken, tek tek her olayı yaşamak demek istemiyorum. O insanın yaşadığını yaşamak diyorum, hayatı tanımak diyorum. Türkiyeli sanatçının Türkiye halkıyla birlik yaşamasını diyorum.” (Ant, 21 Ekim 1969)

12-18 Mayıs 2000  tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenen Ankara Öykü Günleri’nde sunulan metinleri incelediğimizde, bu toplantılarda Orhan Kemal’in ve onun toplumcu gerçekçiliğinin  ince ayrıntıları hakkında önemli bulgulara ulaşıldığını fark ederiz.

“Klasik öykü anlayışıyla, kısa bir giriş, geniş bir gelişme ve kısa bir sonuç bölümlerinden oluşan öykülerinde, konuşmalar  önemli bir yer tutar ve öykünün aslı konuşmalardan oluşur. Genellikle betimlemelerin az, konuşmaların çok olduğu bir yazma yöntemi kullanmıştır”[ii]

Ayrıca, romanlarında yer alan sahnelerde de  bu yapı geçerlidir. Karakterlerin ağzından çıkan sözlerin  dil özelliklerini irdelersek, gündelik, akıcı, kültür düzeylerini ve yaşanılan koşulları yansıtacak nitelikte olduğunu görürüz. Karakterler -gerçek yaşantımızda olduğu gibi- sözcük yinelemelerini, yarım kalmış tümceleri, argo deyişleri sık sık kullanmaktadırlar. Eserlerinde konuşmalara verdiği önem, Orhan Kemal’in insana ve insanın toplum içindeki yerine verdiği önemin göstergesidir. Ayrıca, konuşmalarda kullanılan dilin, toplum içi iletişimdeki  incelikleri anlamamız açısından da çok değerli olduğunu ve Orhan Kemal’in  yazım tekniği üzerine yapılan tespitlerin en  önemlisinin bu olduğunu düşünmekteyim.

 

Sonuç olarak, Orhan Kemal’in eserlerine yansıttığı karakterle birlikte hâlâ etrafımızda yaşadığını, soluduğunu ve “her yerde olabildiğini”  vurgulamak gerekiyor. “Yazmak doludizgin” adlı güncesinde yer alan ve onun Nâzım Hikmet ile ilgili düşüncelerini yansıtan bir alıntıyla bu kısa yazıyı sonlandırmak yerinde olacaktır:

           

            “Hapishanede çehrelerini sık sık görmeye mecbur olduğumuz bir topluluk var, kravatlı, bey ıskartası, muhasip, kasadar –hakaret olsun diye veznedar demiyorum- kâtip, tahsildar, maliye memuru, ne bileyim ben, bu çeşit “Küçük burjuva”lar. Bunların karakterleri malum: Hem kel, hem fodul. Bütün hareketlerinden, sözlerinden kendini beğenmişlikleri akar. Mesela Nâzım Hikmet’e bunlardan birisi der ki:

            -Bana bak Nâzım, sen insandan anlamıyorsun azizim, sen insanları ayırt etmekten yoksunsun!

            Ben kudururken Nâzım Hikmet “Sen insan ayırt etmekten yoksunsun,” diyen “Serseriye” hiç kızmaz, özellikle gülümser ve ona bomboş gözlerle bakar. Biliyorum bu bakış o kadar anlamsız ve boştur ki, anlayana sivrisinek saz… O böyle bakarken kim bilir hangi konu üzerinde düşünüyor, çok iyi bildiği karşısındaki bu budalayı –kim bilir kaç milyonuncu misalini- tekrar önündeki bir aynaya bakar gibi okuyor.”[iii]



[i] Berna Moran, Edebiyat Kuramları Ve Eleştiri, İletişim Yayınları, s.53

[ii] Öner Yağcı, Ankara Öykü Günleri 2000, Edebiyatçılar Derneği Yayınları,2000, s.39

[iii] Orhan Kemal, Yazmak Doludizgin, Günlük, Tekin Yayınları, 2002,s.30-31

Zafer Yalçınpınar5 Kasım 2003


Ana Sayfa

İLETİŞİM İÇİN:
ICQ uin :  35289670
zaferyal@kuzeyyildizi.com
                                                                                                 
   Bu sayfa Zafer Yalçınpınar     tarafından 30 Ekim 1999 tarihinde hazırlanmıştır.Tüm yazıların ve fotoğrafların yayın hakkı Zafer Yalçınpınar'a aittir. Yazılar ile görsel öğeler, T.C. Telif Yasaları tarafından korunmaktadır. Yazılı izin alınmadan kopyalanması veya kullanılması hukuki sorumluluk doğurur.
Bu sayfa en iyi 600 X 800 çözünürlüğünde görünür