Uyandığımda
beynim zonkluyordu. Kırmızı Kırlangıç’ı bulamayışım beni bu kadar
içirmemeliydi. (Sabahları böyle düşünüyorum fakat, son bir aydır her gün,
içmek için bu başarısızlığımı bahane ettiğim de bir gerçek...) “Madem
Kırmızı Kırlangıç’ı bulamadık, bari kafamızı bulalım” diye düşünmek beni
rahatlatıyor herhalde... Gerçi, diğer taraftan, sürekli içtiğim ve bulanık
kafayla düşündüğüm için de Kırmızı Kırlangıç’ı bulamıyor olabilirim. Böyle
bir sarmal olabilir. Fakat, kimbilir, bu dünyada her şey içiçedir.
Gündüzleri Kırmızı Kırlangıç’ı aramak, bulamamak ve akşamları da Kırmızı
Kırlangıç’ı bulamadığım için içmek... Son bir aydır bütün işim gücüm bundan
ibaret...
Her
neyse...
Kafamı
buzlu suya daldırdığımda ayılabiliyorum ancak. Sonra, saçlarımı tarayıp,
kahvaltıya, daha doğrusu dün
sabahtan kalan yarım ekmek tostun başına oturuyorum. Bir de sallama çay
sallandırıyorum... Kahvaltının ardından sigaramı yaktığımda, benim için
işgünü başladı, başlıyor demektir.
İşe
Tolga’yı arayarak başlıyorum:
“Alo,”
diyor...
“Sensin
Alo!” diyorum.
“Ne
var Zafer?”
“Kırmızı
Kırlangıç’ı bulamadım hâlâ...”
“Boşver
abi Kırmızı Kırlangıç’ı... Ben Harper’ın yeni albümü çıkmış. Buraya gel de
dinleyelim...”
“Vay
be... Demek Ben Harper... Yarım saat sonra ordayım. Bu arada sen de gözünü
dört aç, Kırmızı Kırlangıç her an sizin orda görünebilir!” diyorum.
“Tamam,”
diyor ve ardından kıkır kıkır gülüyor.
Telefonu
kapatıyorum.
Hızlı
hızlı giyinirken “Eğer Tolga’nın orada Kırmızı Kırlangıç’ı bulamazsam, hiç
değilse iki kadeh içerim Karga’da...” diye düşünüyorum. Bu düşünce beni
motive ediyor. Hızlandırıyor...
Evden
çıkarken apartman görevlisi beni durduruyor. Ödemediğim aidatımı
hatırlatıyor. Hafifçe gülümsüyorum görevliye ve “Kırmızı Kırlangıç’ı
bulduğumda istediğin paranın iki katını vereceğim...” diyorum. Parmaklarımla
iki işareti yapıyorum.
“İnşallah!”
diyor.
***
Karga’ya
girdiğimde dikkatimi ilk çeken şey DJ kabini oldu. Buradaki yüzlerce diskten
birinin içine gizlenmiş olabilir Kırmızı Kırlangıç... Şüpheleniyorum. Bu
şüpheyi sonraya erteleyip Tolga’nın bulunduğu dördüncü kata doğru tırmanmaya
başlıyorum. Merdivenler beni
yoruyor ve üçüncü katta soluklanmaya karar veriyorum. “Kırmızı kırlangıç
buralarda da olabilir...” diye geçiriyorum içimden. Şüpheler benimle
birlikte geliyor, peşimi bırakmıyor. Sonuçta, Karga büyük bir mekân... Bu
şüphelerin sonu yok.
Dördüncü
kata şüphelerimle birlikte ulaştım. Tolga, Yusuf ve Selim, üçü birlikte Ben
Harper’ın yeni albümünü dinliyorlar.
Tolga
benim geldiğimi görünce;
“
Hoşgeldin Abi... Duyuyor musun, Ben Harper hâlâ sıkı müzik yapıyor...”
diyor.
Müziği
dinliyorum. Birden aklıma -nerden geldiyse- Kırmızı Kırlangıç’ın Ben
Harper’da olabileceği şüphesi takılıyor ve:
“Tolga,”
diyorum “Sakın Kırmızı Kırlangıç Ben Harper’da olmasın...”
Bu
sözümün üzerine Tolga ve Yusuf kahkahalarla gülmeye başlıyorlar.
Fakat
dikkatimi çeken Selim’in soğukkanlılığı... Sözümün saçmalığı Selim’de bir
tepki yaratmadığına göre, Kırmızı Kırlangıç’ın yerini biliyor olmalı
Selim... Ona dönüyorum ve:
“Sen,”
diyorum, “Kırmızı Kırlangıç’ın yerini biliyorsun...”
Selim
ciddiyetini bozmadan, “Hayır” diyor, “Fakat, ikinci kattaki barmen Kırmızı
Kırlangıç’ın nerde olduğunu biliyor...”
Selim’in
sözlerini bitirmesini beklemeden koşar adımlarla ikinci kata iniyorum ve
barmenin yakasına yapışıp Kırmızı Kırlangıç’ın nerde olduğunu soruyorum.
Barmen
-telaşla- arkasındaki şişelerden birini alıyor ve bana uzatarak;
“Burada!”
diyor.
Şişenin üzerindeki etikette “Kırmızı Kırlangıç” yazısını
okuduğumda biraz sakinleşiyorum ve barmenin yakasını
bırakıyorum.
7 Haziran 2009- Zafer
Yalçınpınar
*
Kırmızı Kırlangıç; Charles Bukowski’nin
“Pulp” adlı romanının kahramanı olan bir dedektifin sürekli aradığı, ne
idüğü belirsiz bir şeydir.
"Kırmızı Kırlangıç'ın Peşinde" adlı işbu yazı, Karga
Mecmua'nın "Pulp" konulu 29. sayısı için kaleme alınmıştır.