Sıkı gitarist Yavuz Çetin’in ölümünün üzerinden yaklaşık
olarak sekiz yıl geçmiş. Demek ki Yavuz Çetin hakkında bir şeyler yazmaya
ancak sekiz yıl sonra cesaret edebiliyorum.
Her şeyden önce Yavuz Çetin’i “sıkı gitarist” yapan şeyin
ondaki eşsiz “tuşe” olduğunu -tüm ağırlığıyla- ortaya koymalıyız. Tuşe; bir
şarkının, bir melodinin ya da bir müzikal tipolojinin ruhunu/özünü
dinleyiciye aktarabilmedeki ustalıktır. Bir tür içtenliktir. Senelerini gitar tekniğini
güçlendirmekle harcamış biri, evet, her türlü şarkıyı çalabilir, gitar
üzerinde her türlü akrobasiyi yapabilir, fakat çaldığı şeyin ruhunu
içselleştiremeyip ömrü boyunca tuşesiz bir gitarist olarak kalabilir de…
Böylesine sportmen bir gitaristin çaldığı her şey saman gibi gelir
dinleyiciye. Yavuz Çetin ise
bastığı her notayı içselleştirebilen nadir gitaristlerdendi. 1998 yılının
kış aylarından birinde Yavuz Çetin’in “İLK” adlı albümünü “ilk” kez
dinlediğimde, albümü hemen beğenmemin nedenlerinden biri de -sanırım- bu
güçlü tuşeydi. Özellikle de şarkılardaki blues rifflerinin zamanlamasından,
yerlemlerinden ve şarkının armonisine pürüzsüzce eklemlenebilmiş
olmalarından dolayı çokça etkilenmiştim. Albümü defalarca dinledim ve
albümdeki dinginliğin nasıl olup da bu kadar “enerji dolu” olduğunu,
olabildiğini düşündüm, durdum. Hatta bu kimyayı -kendimce- matematiksel
(modal/makamsal) olarak hesaplamaya bile çalıştım. O zamanlar cevabı
bulamamıştım fakat şimdi, bugün, özellikle de gitar için düşündüğümüzde bu
sorunun cevabının Blues Ruhu’yla açıklanabileceğini biliyorum.
***
1998’in yazında Kadıköy’ün cafe-barlarından birinin tüm
masalarında Yavuz Çetin ve grubunun tanıtım broşürünü gördüm. Bu tanıtım
broşürleri aynı zamanda da indirim biletleriydi. Yavuz Çetin ve grubu
Çarşamba akşamları “Kallavi Bar” diye bir yerde çalıyordu ve indirim
biletleri bu barda geçerliydi. Biletlerden birkaç tane aldım ve ilk Çarşamba
gününün gelmesini bekledim.
Söz konusu ilk Çarşamba gecesi Blues tutkunu bir arkadaşımla
birlikte soluğu Kallavi Bar’da aldık. Barı gördüğümüzde çok şaşırdığımızı
itiraf etmeliyim. Kallavi Bar, Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın yanında,
Kurbağlıdere’ye paralel olarak inşa edilmiş, köşkten devşirme bir yapıydı.
Barın “üst” katından bol rakılı fasıl ezgileri filan geliyordu. Kapıdaki
görevliye Yavuz Çetin’i izlemek istediğimizi ve fasıl seslerini duyunca
şaşırdığımızı söyledik. Görevliden Yavuz Çetin’in ve grubunun “alt” katta
çaldığı bilgisini alınca rahatladık. (Aslında rahatlamamalıydık, çünkü
gerçekte –yani bu memleketin “kara” gerçeğinde- Yavuz Çetin isimli sıkı
gitarist, o köşkün alt katında değil de yandaki stadyumda çalmayı hak eden
biriydi.)
Köşkün bodrum dairesine benzeyen alt katına girdiğimizde
sahnede Yavuz Çetin ve grubu, Jimi Hendrix’in “Voodoo Chile” adlı
şarkısının solo bölümünü çalıyorlardı. Ardından, Cream’den “Sunshine Of Your
Love” geldi. Şarkıların sololarında Yavuz, bir nota bile teklememişti.
Büyülenmiştik. Daha önce
Kadıköy’de hakkını vererek Jimi Hendrix çalan bir grup da görmemiştik.
Yavuz, bu eski ve sıkı şarkıyı çalarken şarkının ruhunu kendinde
hissediyordu ve bu ruh Yavuz Çetin’den bize doğru akıyordu.
Bütün gece hayranlıkla Yavuz Çetin’i izledik, dinledik, içki
içtik. Blues tutkunu arkadaşım,
programın sonuna kadar beklemişti ve sonunda sahneden indiğinde Yavuz’un
yolunu kesip, onun elini öpercesine;
“Bu sıkı şarkıları bu kadar sıkı çalmaya devam ederseniz size
dinozor diyecekler…” dedi.
Yavuz Çetin gülümseyerek:
“Desinler, önemli değil… Bir gün gelecek bugün bana dinozor
diyenlere de başkaları dinozor diyecekler. ” diye cevapladı ve içkisini
almak üzere bara yöneldi.
***
Şimdi, bugün, 2009’da, kime “dinozor” diyebileceğimizi
bilemiyorum, fakat hangi gitaristlere ve gruplara “geyik” denilebileceğini
çok iyi biliyorum. Açıkça söyleyeyim; Yavuz Çetin bugüne kadar sahnede
izlediğim en tuşeli ve sıkı gitaristlerden biridir. Belki de
birincisidir.
***
Yavuz Çetin’in ölümünün üzerinden sekiz yıl geçmiş. Bunca zamana rağmen zorlukla –ellerim
titreyerek ve kafa karışıklığıyla- yazdığım bu yazıyı, Yavuz Çetin’in
şarkı sözlerinden bir bölüm alıntılayarak bitirmek “yerinde” olacaktır:
“Sahil sakin ve
sessiz
Motel ışıkları durgun
deniz
Karşıda bir balıkçı
teknesi
Kırık dökük iskele
Sıcak günlerin yorgunluğu
üzerimde
Umutsuzluk görünürde
Henüz batan güneşin
özlemi
Ve bu yalnızlık çekilmez
gibi”
Marmara Adası - 25
Temmuz 2009
Zafer Yalçınpınar