ORTOPEDİ OLARAK "BOŞLUK"

 

 

 

Önce, “çalışma yapmak” deyişinin içinden bir şeyler çalındı ve “iş yapmak”  söylemine yerleştirildi. Sonra, “iş yapmak” deyişinin içinden alınanlar “proje yapmak” deyişine monte edildi. Günümüzde ise “proje yapmak” mertebesinden “yenilik(inovasyon) yapmak” mertebesine doğru bir inşaat eğilimi söz konusudur. Bilginin paraya çevrilmesi gibi korkunç bir endüstri sürecinin içindeyiz. Kısacası omurgada (yaşamın omurgasının röntgeninde, ortopedisinde) “sağa eğik” olarak görünen bir hastalık  var; “satıcılık” ve “puştluk”...

Bana sorarsanız, günümüz şiirinin omurgasını, yaşamın içerisindeki  “sağa eğik” hastalığı sola düzeltmek eylemi oluşturuyor; yani “şairlerin ölümüne çabası”...

Sağ görüşlerin hakimiyetindeki dünyanın yapay “varlığ”ından, onun cüruflarından bile “boşlukla dolu bir nesne” yaratmak ve onu sola eğelemek, eğretilemek... ŞİİR! Hapishaneye dönmüş şehirleri değil de bina yığınından, trafikten ve maçtan geriye kalan kütlesel boşlukları sahiplenmek, yaka kartlarında ya da kartvizitlerde yazanları değil de yazmayanları sahiplenmek... Bir tümcenin altını çizmek değil de üstünü çizmek...  ŞİİR! Boşluktan seller yaratmak, “kel şarkıcı”lar yaratmak,  boşluk sellerini kullanmak... (Boşlukları tartacak bir tartı icat edilmiş midir sizce? Diyelim ki şiirin omurgası bir “karanlık”tır. Peki, “Karanlık” dediğimiz şeyi ele alıp, tartıp, çeşitli aletler yardımıyla inceleyebilir miyiz? Dahası, onu satabilir miyiz? Hayır:- Şiirin omurgasını “evet” demekten çok “hayır” demek oluşturur. Bu böylece bilinsin...)

Kodamanlar ve nobranlar her şeyi kullandılar; bienalcilik ve galericilik aracılığıyla plastik sanatları, televizyon aracılığıyla sahne sanatlarını, gazetecilik aracılığıyla da söz sanatlarını kullandılar. Anketler, istatistik ve “indirgeme” aracılığıyla “Bilim”i bile kullandılar. Ama işte, mesele şiire ya da “ikinci yeni”ye gelince, kodamanlar, “boşluğun boyunun ölçüsü”nü alamıyorlar... Bu nedenle de şiiri tutup, ölçüp, stoklayıp, paketleyip, istedikleri fiyattan dağıtıp, satamıyorlar ve ellerine yüzlerine irsaliye iadesi bulaştırıyorlar. Antolojilerle ve şiir yıllıklarıyla bunu denediler, ama başaramadılar. Demem o ki şairlerin kavgasını satamıyorlar, ortak paranteze alamıyorlar... Düşünün, neden antoloji/yıllık hazırlayıcılarına ya da seçicilerine “eleştirmen” değil de “üleştirmen” kelimesi daha çok yakışır? Boşluktan yapılmış saydam bir kapıyı, “Koçbaşı” gibi bir silahla, öküz gibi zorladıkları için mi? Boşluğu neresinden tutacaklarını bilmeden, kifayetsiz bir keyifle (öküzün trene bakması gibi)  bir şeyler uydurmak/üleştirmek zorunda kaldıkları için mi? Ölçemediği/tutamadığı boşluğu “ücretli izinli” olarak tasfiye etmeye çalıştıkları için mi? Yapay bir denge oluşturmaya çalıştıkları için mi? Yoksa, bunların hepsi birden mi?

Şiirin omurgasını “boşluk” ve onun “pazarlanamaz ya da ölçülemez niteliği” oluşturmaktadır. E.M. Cioran bir kitabında şöyle bir ifade kullanır; “Ayaklarımın altından başlayan, tersine sonsuz tanrı...” Sanıyorum, şiirin omurgasını bu çeşit bir tanrı/boşluk oluşturmaktadır.

 

 

Zafer Yalçınpınar

 

 

                


Ana Sayfa

İLETİŞİM İÇİN:
Msn: zaferyal@hotmail.com
Email: zaferyal@gmail.com
                                                                                                 
   Bu sayfa Zafer Yalçınpınar     tarafından 30 Ekim 1999 tarihinde hazırlanmıştır.Tüm yazıların ve fotoğrafların yayın hakkı Zafer Yalçınpınar'a aittir. Yazılar ile görsel öğeler, T.C. Telif Yasaları tarafından korunmaktadır. Yazılı izin alınmadan kopyalanması veya kullanılması hukuki sorumluluk doğurur.
Bu sayfa en iyi 600 X 800 çözünürlüğünde görünür