DÜNYA
KADAR
Yazar ile okur arasında tarih boyunca ustalıkla
–yavaş yavaş- örülmüş yani zamanla –zamanın getirdikleriyle-
inşa edilmiş büyük bir duvar vardır. Bu büyük duvar “dünya” boyuncadır, yani
etrafından dolaşmak, üzerinden atlamak ya da tünel kazıp diğer tarafa
geçmek, diğer tarafa ulaşmak –yazar için de okur için de- mümkün değildir.
Duvarın yüksekliği ve toprağın altındaki temelin derinliği okurun ya da
yazarın boyunun milyarlarca katıdır. Hatta bu mesafeleri tanımlamak için
“dünya kadar yüksektir” ya da “dünya kadar derindir” bile diyebiliriz… Üstelik, duvarın yapımında “dünya”
kadar horasan harcı kullanılmıştır. Buna, bu sağlamlığa karşılık ne
yazarın ne de okurun kendisinden ve kendi gözlerinden başka kullanacağı bir
araç ya da donanım yoktur söz konusu “duvardan engel”i aşmak için...
Ancak, duvarda –bir elin üç parmağının
sığabileceği- küçük boşluklar vardır. Yazar o küçük boşluklara yazar,
yazacağını. Okur da o küçük boşluklardan okur, okuyacağını… Yazarın o
boşlukları bulup, yazısını yazdığı kâğıdı o boşluklara bırakması,
yerleştirmesi gerekir. Okurun da o boşlukları bulup oradaki kâğıda ulaşması
gerekir.
Duvar dediğim şeyin “dünya kadar retorik”
olduğunu, küçük boşlukların da “dünya kadar öz” olduğunu söylememe gerek var
mı?
Yok.
Yani,
dünya kadar yok!