ENDÜST-REALİTE’NİN KAHREDİCİLİĞİYLE
YÜZLEŞMEK
Birbirinin benzeri olan milyonlarca ürün yaratacağım ve icat ettiğim
pazara bu ürünleri satacağım derken insanlık vasıflarını kaybetmekle yüzyüze
gelmiş, çoktan seçmeli testlerle gerçekliği kısıtlanmış “sözde insanlar” yapan bir
standartlaşma, bir iğne fabrikasından (Bkz. Adam Smith)
yola çıkarak insanları daha
verimli çalıştıracağım ve sorunları unsurlarına, zerrelerine ayırarak
üretimi hızlandıracağım, çıktıyı çoğaltacağım derken üretim bantlarının
başında duran “bütünü göremeyen, gözü açık körler”, mekanomanik mühendisler veya ruhsuzlar ordusu
oluşturan bir uzmanlaşma, kitlesel kalabalıkları daha
düzenli ve eşgüdüm halinde hareket ettireceğim derken yanlışların topyekün
tekrarına, bazen de yanlışların doğru sayılmasına (misal, üç-beş yanlışın
ardı ardına tekrar edilip istatistiksel bir doğru olarak kabul edilmesine)
sebep olan bir senkronizasyon, pazarı hareketlendireceğim
ve uygarlığı ilerleteceğim derken trafik, karma karışık şehirler ve
dolayısıyla karma karışık, çelişik kafalar yaratan bir
yoğunlaşma/odaklanma, yükseleceğim, görkemli kılacağım
derken “makrofilya”ya, hırsa, hastalığa ve binlerce çeşit “bilinçli, kasıtlı
kaza”ya ve yüksekten düşenlerin rükuşluğuna neden olan bir
azamileştirme, kalkındıracağım, işler hale getireceğim,
borç vererek zenginleştireceğim derken kontrolü kaybedilmiş bir bürokrasi ve
yedi-sekiz senede bir topallayan bir
para sistemi icat eden merkezileşme... İşte, ikinci
dalganın yani endüstri toplumunun bugün rahatlıkla “başarısız” ve
“kahredici” sayabileceğimiz tasarımsal ilkeleri bunlardır.
Bu ilkeler, tüm dünyayı kapsayan birleştirilmiş bir pazarın ve
endüstrinin de dışına taşmış, bütününe “endüst-realite” diyebileceğimiz bir
endüstriyel gerçeklik katmanının planlanabilir ve cılız doğrusallığıyla
kafamıza yerleşmiştir. Doğayla mücadeleyi, doğaya zarar vermeyi
sürdürülebilir bir ilerleme saymak, zamanı geçmişten geleceğe doğru
uzanan ve endüstrinin kontrolünde, sahipliğinde, tahmin edilebilir ve
tasarlanabilir bir çizgi olarak düşünmek, nedensellik kavramına sayısal
teyitler biçmek; takvimler, metrik birimler ve artık alan derinliği de olan
-üç boyutlu- velveleler, müfredatlar -hatta ketenpereler- icat etmek
kafamıza yapışan “endüst-realite”nin kahredici salınımlarıdır. Üstelik, bu
doğrultuda tükettiğimiz ya da ürettiğimiz anda endüst-realiteye bir ön-kabul
daha sağlıyoruz.
Başlangıçta susuz yutulan bir hap gibi kabul edilen “yönetim
sistemleri” de “sistem mühendisleri” de “yöneticilik ayakları ve dansları”
da tüm o kişisel gelişim, liderlik ya da takım ruhu filan gibi zırvalar da
çökmüştür, geyikleşmiştir. Çünkü endüst-realite’yi zihnimize kazıyan “roller
sistemi” çökmüştür. Ve bu yazıyla işaret etmeye çalıştığım “endüst-realite”
bir “gerçeklik terörü” olarak bize hâlâ dayatılmaya çalışılmaktadır. Bugün,
sözkonusu dayatmanın kabulüyle
birlikte beliren “karakter aşınması” ise kahredici bir şekilde
kavramlaşmıştır.
Bu dayatmanın kendisiyle ve kahrediciliğiyle yüzleşmek, bu durumdan
kaçmamak gerekiyor. Endüst-realite’yle yüzleşip, onu elimizin tersiyle bir
kenara ittiğimiz anda Üçüncü Dalga’nın yakınlardaki kıyıları dövmeye
başladığını duyarız. Sonra da... Göğe bakarız.
Zafer Yalçınpınar-26 Aralık
2009