“HAFIZA” ÜZERİNE
DEĞİNİLER
Çeşitli zamanlarda ve çeşitli durumlarda, içinde yaşadığımız
topluluğun her kesiminden herkes birer retorik numarası olarak –kendilerini
güvene alarak, kesinlemelerden ve belirginliklerden kaçarak— çeşitli bağlaçlar veya girizgâhlar kullanır:
“Hafızam kuvvetli
değildir ancak...”
“Yanılmıyorsam o
konudaki yaklaşım...”
“Hatırladığım
kadarıyla şöyleydi...”
“Kimin söylediğini
hatırlamıyorum fakat...”
Oysa ki -hatırlayalım ki- hafıza zekânın bir
fonksiyonudur.
***
Jurnalleri (günlükleri), ruznâmeleri, vakanüvis yazmalarını,
arşivcilerin ve efemera delilerinin tarihsel metinlerini düşündüğümüzde
“yazmak eylemi”nin, görüngüleri
kayıt altına almak, sabitlemek güdüsünden başka bir şey olmadığını fark
ederiz. Bu yazı biçimlerinin hepsi de zihnimizi hafızanın ve gerçekliklerin
“göreceli” oyunlarına karşı koymak, zihnin karmaşıklığını bertaraf etmek
adına icat edilmiştir ve aynı zamanda görüngülerle hafızanın
ilişkilendirilmesi de sözkonusudur. Ancak ne gariptir ki bu yazın
türlerinin bazıları -özellikle de günlükler- “gerçeği değiştirmek” ve “gerçeği
kabul etmemek” amacıyla kullanılır olmuşlardır.
***
Hafıza, tutum ve tavırların dengeleyici unsurlarından biridir.
Üç gün önce bir şeye A diyen bir yöneticinin üç gün sonra aynı şeye B
demesi, ya da o konuyu hiç hatırlamaması, böylesi bir unutkanlık bir
tipoloji sorunu mudur? Yoksa gerçekten bir hafıza sorunu mudur? Neden ikide
bir kulağıma “karakter aşınması” kavramı çalınıp duruyor? Benzeri çelişkiler
ve “unutkanlık numaraları” kapitalizmin yönetsel hilelerinden birisi olmasın
sakın? İnsanın kendini unutması, “Ben kimim?” diye sorduğunda bir karşılık
bulamaması... Ne kadar garip...
***
Latife Tekin’in “Unutma Bahçesi” adlı romanı geliyor aklıma...
Romandan bir bölüm:
“(...) Bomboş
unutabilsek, unutmadan yanayım ben… Ama unuttukça insanın anıları çoğalıyor.
“Unutarak hafiflediğimiz söylenemez o
zaman, yani uçulmuyor öyle unutarak, kuşlar gibi”
demiştim.
“Doğru, kuşlar gibi
uçulmaz, balıklar gibi uçulur, anıların derinliklerinde” demişti.
(...)”
***
Ustam Oruç Aruoba ise
şöyle demişti: “Anlam sonradan
gelir.”
Sonuçta, anlama ulaşmak için, anlam geldiğinde onun geldiğinin
farkında olmak için “hafıza”ya ihtiyacımız var.
Zafer Yalçınpınar - Mayıs
2010