(YENİ), SIKI ve
SAĞLAM
Başlangıçta şöyle bir girizgâhı -sizlerin önünde- kendime teslim etmem
gerekiyor: İlkece, herhangi bir yayın için tanıtım yazısı yazmak gibi kötü
alışkanlıklarım yoktur. Herhalde bu yazının ardından da beş-on sene
süresince böylesine tanıtım unsurları ihtiva eden başka bir yazı yazmam. Ve
eğer “edebiyat ortalığının liyakatsizleri” olarak tanımladığım “kifayetsiz
muhterisler”, Kırmızı Yayınevi tarafından Ekim 2010 tarihinde ilk sayısı
yayımlanan (Yeni) adlı sıkı ve
sağlam dergiye -diğer iyi
şeylere yaptıkları gibi- sessizlik suikasti ya da sinsiyet uygulamaya
çalışmasalardı şu an okumakta olduğunuz bu yazıyı da kaleme almak zorunda
kalmazdım. Aynı zamanda bu yazı, son yıllarda edebiyat ve yayıncılık
uzamında boy göstermeye çalışan tüm fetbazlara ve fason dergilere “karşı”
oluşmuştur. Yani amacım sadece (Yeni) adlı derginin sıkılığını ortaya koymak
değil.
Her
şeyden önce (Yeni)’nin “Yenilik” kavramının arkaplanını bilerek yola çıkmış
olması beni sevindiriyor; çünkü arkaplanda yer alması gereken “farkındalık”
olgusu çoğu derginin ilk sayısında es geçilmiştir. Örneğin, zamanında,
Öteki-Siz adlı dergi 1980’den 2003’e kadar yayımlanan edebiyat dergilerinin
açılış yazılarını inceleyen özel bir sayı yayımlamıştı. Bu özel sayıda
derlenen açılış yazılarını incelediğimizde 1980 sonrası yayımlanan hemen
hemen tüm edebiyat, düşün ve sanat dergilerinin tarihsel bir “farkındalık”
eş(l)iğinde yola çıkmadığını, çıkamadığını görürsünüz. (Yeni)’nin editörü
İsmail Ertürk ise derginin açılış yazısında içinde bulundukları tarihsel ve
çevrimsel özelliklerin ayrıntılarını vererek, (Yeni) adlı derginin
uzgörüsünü oluşturacak öğeleri, eş(l)ik ettiği farkındalığı uzun bir yazıyla
bize iletiyor:
“Avrupa
değerlerinin evrenselliğini yitirdiği görüşünün yaygınlık kazandığı bir
yüzyıla girdik.(...) Öte yandan, ne Çin, ne İslam ne de bir başka kültür
dünyasının, yakın zamanda, Batı’ya seçenek olamayacağı da açık. Batı, bir
değerler bunalımında olmasına karşın, iletişim teknolojisinde devrimsel
denecek yeniliklerle küresel sanal toplumlar yaratıyor; bilginin internet
ortamında, yazıyla ve imgeyle saklanması, dolaşıma sokulması alanlarında
yeni bir kültür süreci başlattı.(...) Türkiye’deki değer ve kültür
çalkantılarını, korkutan kurumsal sallantıları; Batı değerlerinin zayıflamış
olmasını; sınırların, dostluk ve düşmanlıkları yeniden çizmesini güvenilir
uygarlık zemininin kayganlaştığı bir döneme rastlıyor olmasından bağımsız
düşünemeyiz.”
Dergicilik
tarihimizde benzer bir farkındalık bilinciyle –ne yaptığını, ne
yayımladığını, ne söylediğini, neyi savunduğunu, nerde olduğunu, nerde
yaşadığını, nereye varacağını bilmek sorunsallarıyla- yazarlarını
buluşturmayı, birleştirmeyi başaran başka dergiler de olmuştur: Yeni Ufuklar
(1952), Yenilik (1953), Yeni Dergi (1964) böylesi dergilerdir. Bu dergiler
dönemlerinin bağlamsızlığına, tözsüzlüğüne, keşmekeşliğine, nefret
suçlarına, dezenformasyona ve tüm bunlardan beslenen liyakatsizlik ile
cehalete karşı bir “sağlam duruş” olarak yayımlanmışlardır. Bu kapsamda
düşünüldüğünde dönemlerinin en sıkı dergileridir. Ayrıca, söz konusu
dergilerden yetişen isimler bir kuşak sonra edebiyat ve düşün dünyasının
mihenk taşları olmuşlardır. Şimdi bugün, (Yeni) adlı dergi de böyledir,
böyle bir çizgiden yola çıkmıştır. Hiç çekinmeden söylüyorum, hatta
tekrarlıyorum; (Yeni), içinde bulunduğumuz dönemin mihenk taşı olmaya aday
tek dergidir.
(Yeni)’nin yayın kurulunda Oruç Aruoba (ki ustamdır), Ali Cengizkan, Oğuz
Demiralp, Orhan Tekelioğlu, Gündüz Vassaf gibi isimleri görüyoruz. Bu
insanlar edebiyat ve düşün dünyasında “seçkinci” olarak tanınırlar. Daha
doğrusu başkaları tarafından hileli bir şekilde “seçkinci” olarak
mimlenmişlerdir. Aslında “seçkinci”
değillerdir; bu isimleri en uygun ve gerçek tabirle “yetkinci” ya da “yetkinliğe önem
verenler” olarak düşünmeliyiz. Yetkinlik, onlar için “töze temas
edebilmek”ten geçer. Nihayetinde (Yeni)’nin yayın kurulunun “retorik
arsızlığı”nı sevmeyen ve “külyutmaz” diyebileceğimiz insanlardan oluştuğunu
ifade etmeye çalışıyorum.
(Yeni)’nin
ilk sayısı “Kriz” üstbaşlıklı bir dosyayla yayımlanmış. Dosya kapsamında
sıkı sosyolog Immanuel Wallerstein ile “Ekonomik Buhranın Anlamı Üzerine”
gerçekleştirilmiş bir söyleşi hemen dikkati çekiyor. Söyleşiyi
gerçekleştiren Banu Güven, Wallerstein’a sormuş: “Yeni bir dünya jeopolitik düzeninden
bahsediyorsunuz. Bu düzen çoktan kuruldu mu yoksa?” Wallerstein da cevaplamış: “Evet, hem de düzensiz bir şekilde.
Artık, egemen güce sahip değiliz, bu nedenle de dünya üzerinde 8-10 bölge
güç merkezi haline geldi. Bunların hepsi de birbiriyle olası ittifaklar
kurmaya çalışan güçler. Güvenilir değiller. Bir gün biriyle ertesi gün bir
başkasıyla birlik olabilirler. Er ya da geç bir düzene oturacaktır. O zaman
resmi daha net görürüz. Çokuluslu bir durum söz konusu.” Wallerstein söyleşisinin ardından “Krizden bir yaşama kültürü çıkar
mı?” sorgusu üzerine Oruç Aruoba, Soli Özel, Ekrem Işın, Betül
Çotuksöken, Enis Batur ve İsmail Ertürk’ün katıldığı bir konuşma/tartışma
yer alıyor. Tartışma/konuşma
Nermi Uygur’un “Bunalımdan Yaşama Kültürü” adlı kitabı ekseninde
başlıyor ve kriz kavramının dehlizlerinde dolaşıyor. Tartışmanın bir yerinde
Oruç Aruoba şöyle diyor:
“Olgusal olarak nasıl başladı bu kriz? Mortgage meselesiyle başladı, değil
mi? Şimdi öznellik-nesnellik açısından Mortgage’ın temelindeki ekonomi,
değer gibi anlayışlarına bakmak lazım. (...) Şu anda üretmekte olduğun
değerin üstünde bir değere sahip olabilirsin, ben sana onu vereceğim
diyorsun. Mesela adamın ne bileyim aylık geliri 1000 dolar, sen ona diyorsun
ki, o 1000 dolarınla sana 70000 dolarlık bir ev vereceğim. Dolayısıyla, ona
hangi nesnel yaklaşımı veriyorsun?
O da diyor ki, bak 1000 dolara 70.000 dolarlık bir ev alabiliyorum.
İcabında da ilerde satarım diyor -100.000 dolara! İyi iş diyor. Üretmediğin,
o anda sahip olmadığın bir değerin üstünde bir değere sahip olabiliyorsun.
Anlayış bu mu en temelde?! Çuvallayan, çöken anlayış
bu.”
Derginin ikinci sayısının dosya konusu ise “Kültür Endüstrileri” olarak
belirlenmiş. Delicesine bir merakla bekliyorum bu dosyayı...
(Yeni)’nin ilk sayısında başka birçok şeyin yanısıra
Dağlarca’nın daha önce yayımlanmamış iki şiiri, Özer Sayın tarafından İlhan
Berk’le gerçekleştirilmiş
“Evler tüm dünyayı içine alabilen hapishanelerdir” başlıklı bir
söyleşi de bulunuyor. Bunlarla birlikte, sıkı bestekâr İlhan Usmanbaş’ın
1962 tarihli çok ilginç bir
yazısı (yeni)den yayımlanmış dergide... İlginçtir Usmanbaş, 1962’de, Opus
adlı müzik dergisindeki yazısını şöyle bitirmiş: “Demek, daha uzun süre, ortak değer
yargıları ortamını yaratmaya çabalayacağız.”
Sonuçta (Yeni)’yi takip etmek için benim elimde birçok “gerçek neden” var.
Ama en sevdiğim gerekçem şu: (Yeni) adlı derginin, “Yedi Sekiz Hasan Paşa”ya
benzer bir şekilde edebiyat ve düşün tarihine adını geçirmeye çalışanları
önemsizleştireceğini düşünüyorum.
Hatta şu son 4-5 senede köşe kapan, cukkalayan bazı “Yedi Sekiz Hasan
Paşa”ların köşelerini de yıkacaktır.
Zafer Yalçınpınar – 15 Kasım
2010