YERLİ EDEBİYAT ÜZERİNE...
Karga Mecmua: “Yerli” edebiyat deyince akla ne
geliyor?
Zafer
Yalçınpınar: Aklıma “yetiştiği, yeşerdiği dile özgü, yetiştiği
dilin zihinselliğiyle ve bileşenleriyle olgunlaşmış, yaşamın imgesel
imkânlarını, bütünlüğünü, coşkusunu, umudunu, şiirselliğini, mücadelesini ve
insani hakikatini kısacası her şeyi, ama her şeyi yetiştiği dilde -yani
yetiştiği yerde- arayan” bir edebiyat geliyor. Sonra da -nedense- tüm bunlar
birden aklımdan uçup gidiyor. Hepsi bir yanılsamaymış, geçersizmiş ya da
geçersizleşecekmiş gibi bir düşünce eşliğinde karamsarlığa kapılıyorum.
K.M.: Son 10 yılda “yerli” edebiyatta genel
eğilimlerden bahsedebilir miyiz?
Z.Y.: Önce fotoğrafın geneline bir baykuş
bakışı atalım ve neler var görelim...
Yeni Kapitalizm
kültürüne eklemlenmeye ve kendini küresel pazarda alınıp satılan bir tüketim
unsuru haline getirmeye çalışan, bu yönde mağazalaşan yerli(!?) edebiyat
var; bu bir. Sivilleşmeye, sıkılaşmaya, sürüden çıkmaya, bağımsızlığını
güçlendirmeye ve eşyadan çok insana benzemeye çalışan bir yerli edebiyat
var; bu iki. Sosyal ve kültürel politikalar yoluyla toplumu (aslında
topluluğu) yönlendirenlerin pompaladığı, belediyecilik araç ve gereçleriyle
mankenleşen, bütçelenen, naz yapan, gerdan kıran bir yerli edebiyat var; bu
üç. Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin “biz” söylemleriyle cehalet alanını
kalabalıklaştıran bir yerli edebiyat var; bu da dört. Birinci ve dördüncü
tipolojinin niceliksel üstünlüğü ve kalabalığı aşikâr... Niteliksel olarak
ise ikinci tipolojinin üstünlüğü, yalnızlığı, biricikliği aşikâr... Genel
eğilimi, sanırım, niceliksel üstünlüğü olan birinci ve dördüncü tipoloji
belirliyor. “Hileli bir demokrasi” gereği olarak filan... Bununla birlikte,
bir “bezdiri” şeklini aldığından beri genel eğilimleri fazlaca
umursamıyorum.
K.M.: “Yerli” kitap endüstrisinde bir gelişme var
mı? Varsa gelişmeleri nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Z.Y.: Sorunun çapı gereği, olsa olsa,
endüstriyel gelişmeler vardır. Standartlaşma, azamileştirme, merkezileştirme
filan... Bunların kahrediciliğinden “üçüncü dalga” konulu mecmuada
bahsetmiştim. Şimdi, bir kez daha yüzleştirme beni bunlarla... Zaten her gün
-belirli oranlarda- böylesi bir endüst-realite’ye maruz kalıyorum.
K.M.: “Yerli” edebiyat dışarıda nasıl
algılanıyor?
Z.Y.: Başta ortaya koyduğum tipolojiler
kapsamında cevap vermeye çalışayım. Birinci ve dördüncü tipoloji batıda
“gelişmeye-kullanıma açık” olarak algılanıyor, doğuda nasıl algılanıyordur,
bilmiyorum. Üçücü tipoloji batıda “otantik ve zayıf”, doğuda ise “batıcıl ve
zayıf” olarak algılanıyor. İkinci tipolojinin ise dışarıda algılandığını
düşünmüyorum.
K.M.: Türkiye’de hem sanatçı hem de okuyucu
kitlenin popülerlik anlayışını nasıl
buluyorsunuz?
Z.Y.: Bu meseleye “gerçeklik terörü”
üzerinden bakmak gerekiyor... Bu bir “gösteri arzı ile seyirci talebi
dengesi” meselesi oldu artık... Podyum, mikrofon, alkış, eyyam heveslileri
ve böyle şeylere meraklıların sayısı arttı. Birisi -hiç düşünmeden- podyuma
çıkar ve beline “Ben dünya güzeliyim” yazan bir kuşak takarak türlü pozlar
verir. İzleyenler de -gene hiç düşünmeden- podyumdakini alkışa boğar. Ertesi
gün bir komşunuz diğerine şöyle fısıldıyordur: “Dünkü dünya güzelini gördün
mü... Ne harika şeydi!” Sonuçta, zihinselliğin zayıfladığı her yerde
“popülerlik” güç kazanır. Aslında, popülerliğin spot ışıklarının altında
gerçek bir “aydınlanma” yoktur. Koşutluğu devam ettirirsek, “komşu-okuyucu”
okuduğundan aydınlanamaz haldedir ve bunun da farkında değildir.