Engin Hoca üniversitede verdiği dersin ilk dakikalarında 
    “Bakışsızlık…” demiş, duraklamış, ardından “Bakışsızlık, geleceğin şiirinin 
    önemli biçimsel özelliklerinden biridir.” diyerek sözlerini tamamlamıştı. Bu 
    sert girişe karşılık birkaç öğrencinin itiraz etmesi, en azından birinin 
    çıkıp “Bakışsızlık nedir?” diye sorması gerektiğini düşünüyordu. Fakat 
    hiçbiri böyle yapmamış, birbirlerini garip garip süzdükten sonra Engin 
    Hoca’nın sözlerinin devamını sessizce beklemişlerdi. Engin Hoca -biraz da 
    kızgınlıkla- “Bakışsızlık, geleceğin şiirinin en önemli özelliğidir!” diye 
    tekrarladı. Sınıftan gene ses çıkmadı. Bunun üzerine Engin Hoca, sınıfı terk 
    etti.
    Üniversiteden çıktı, nereye gittiğini bilmeyerek yürümeye 
    başladı. Derste anlatmaya, sunmaya çalıştığı “önemli” bir şeye karşı 
    öğrencilerinin ezberci bir tavır sergilemesi kafasını kurcalıyor, zihninde 
    çok yönlü bir kaygının, ardından da öfkenin belirginleşmesine neden 
    oluyordu. Zaten son bir haftadır, kar kentin sokaklarını kapladığından beri 
    kendini garip, çoğunlukla da yersiz düşünceler tarafından boğulmuş 
    hissediyordu. Belki de düşüncelerinin, davranışlarının üzerindeki 
    hâkimiyetini ve sükûnetini kaybediyordu. Siyasal ortamı düşünüyor, 
    geçmişteki hataları günümüzdeki tavırlarla birleştiriyor, zaman zaman 
    içinden çıkamadığı bir sürü çelişkinin, bulanıklığın ortasında kaybolmuş, 
    bırakılmış gibi hissediyordu kendini. Koskoca Engin Hoca, korkuyordu.
    Yürüdükçe yürüdü.
    Gece oldu.
    Karda yürürken zorlanıyordu.  
    
    Şimdi, tüm karaltıların daha büyük bir karaltıya doğru 
    birleştiği bu şehrin parklarından birine giriyor. Yürüyor, daha çok 
    düşünüyor, daha çok korkuyor Engin Hoca. Bilginin ve bilginin getirdiği 
    erdemin işlevini kaybetmesi, özellikle de geleceğe taşınması gereken 
    birtakım yönelimlerin yeni nesiller tarafından anlaşılamaması, 
    desteklenmemesi, bilgilerin alınıp satılan birer enstrüman ya da eşya gibi 
    kullanılması ve ezberciliğin ön-plana çıkması gibi olasılıklar onu 
    korkutuyor. Bilginin endüstrileşmesinden korkuyor.
    
              
               
            
           
           
              
         
    
    
    Nefes nefese kaldığı anda yorulduğunu hissetti ve durdu. 
    Etrafına baktığında, yol 
    sanarak, Sıhhıye'deki Abdi İpekçi Parkı'nın havuzunun üzerinde yürüdüğünü 
    fark etti.  Birden, 
    ayaklarının altındaki buz kütlesinden çatırtı sesleri gelmeye başladı.
    Engin Hoca, havuzun içine düşüp boynuna kadar soğuk suya 
    girdiğinde bir bataklığa düşmüş gibi hissetti kendisini... 
    
    
    
    22 Mart 2009- Zafer 
    Yalçınpınar