“Şiirim
nasıldır?”
ya da
“Ön-Akort”
Şiirimin gövdesini, köklerini, geleneğini veya
benzeri bütünsel genellemeleri bir kenara bırakmalıyız, boş vermeliyiz.
Çünkü şiirimdeki ayrıntılar ve yan anlam salınımları gövdenin bütününden çok
daha büyük ve önemlidir. Ben şiirde belirleyici olanın “ayrıntının
ayrıntısı”nda[1] gizlendiğine,
yuvalandığına inanıyorum. Örneğin, Titanik’in batmasının sebebi denizcilik,
gözetleme, morfoloji, kaptanlık hataları ya da buzdağının büyüklüğü değildi.
Onun batışının asıl sebebi, gövdesindeki demir ve çelik perçinlerin
dökümündeki yanlış metalürjidir. Titanik’in batışı ayrıntıda gizlidir,
isteyenler araştırabilir.
Gövde ve bütünsellik, ortalama zekâ[2] tarafından işgal
edilip, yıkılıp, sömürülüp bana ait olmayan bir sığ algıya tıkıştırılacağı
için fazlaca önemli değildir. Günümüz sanatı bu algı uzlaşmasına,
düzeltmesine ya da geribildirimine maruz kalmak gibi bir bağımlılık
içindedir ve benzeri ölümcül hatalar nedeniyle debelenerek, “bata çıka”
ilerliyordur.[3] Bu yüzden şiirimin gövdesini, bütününü
umursamıyorum; ben, aslında, şiirimin motorları durunca onu taşıyacak gizli
yelkenlerin büyüklüğüne ve sağlamlığına bakıyorum, bu gizi önemsiyorum, bunu
kurdum. Gizli yelkeni gövdeye bağlayan direklerin (ayrıntıların, tuşelerin)
uzunluğuna ve direkle yelken arasındaki makaraların düzgün, etkin çalışıp
çalışmadığına (ayrıntıların, tuşelerin niteliğine, eczasına) bakıyorum. Bir “şiir yazarı”[4] olarak, şiirimin
hangi rüzgârla nereye gidebileceğine, hangi rüzgâra ne kadar dayanacağına
karar vermek benim birincil görevimdir. Şiirimde bulunan ikincil öğeler ise
mayınlardır. Benim şiirimde sığlıklara, sığ insanlara karşı mayınlar vardır.
Şiirimin tözünü bulduğunu (yakaladığını) zanneden ve şiirimi çürütmek için
elinden geleni yapmaya hazır “eğretileme keli” eleştirmenler, ikincil
öğelerin üzerine giderek o mayınlardan elini eteğini çekemeyecek kadar
tehlikeli bir konuma düşmüşler ve “berber muhabbeti” benzeri yarım yamalak
(ve yarım ağızla) bir şeyler söylemek zorunda kalmışlardır.
Ece Ayhan’ın poetikasına baktığımızda şöyle bir
ilkeyle karşılaşırız:
“İktidarın tezgâh altında gizlenen” ve buna
karşın “bağımsızlık üzerine kurgulanan” dizgelerde, dizelerde değişik
eczalar veya farklı kırılımlar yaratmak...”
Benim derdim ise bütün bütün böyle değil. Benim
derdim “şiirimin gizli yelkenleri yeterince sağlam mı ve mayınlar doğru
yerde mi?” sorusudur. Ece’nin
şiiri pusuda yatar -ki amacı da, yöntemi de budur- ancak benim şiirim ise
gizli ve kara yelkenler açar… Benim şiirim, ışığını kaybetmiş bir madencinin
yedekte bulunan ufak bir tornavidayı kullanarak, yoluna kara, akkor bir
heyecan içinde kör adımlarıyla devam etmesidir. Bununla birlikte, şu söyleyeceğim de sıkı bir ilkedir :
“Tipolojiyi bilen kazanır.”[5]
Tüm bu imgesel açıklamalar şiirimin nasıl
olduğunu sezmenizi sağlayacaktır. Ancak bunlar şiirimin ne olduğunu
göstermez. Çoğu şairin şiirinde yapamadığı, yoklayamadığı şeyleri bir “şiir
yazarı” olarak deniyorum ben: Tipolojinin ve duygudurumların tuşelerini,
saklı tınılarını sezdirmek, üstelik bunu da bir eskrim inceliğinde yapmak…
Şiir bir tipolojiyi verebilecek beceride kurulmalıdır. Şiirimdeki imgecilik,
lirizm, dizge, biçem, iş, şu, bu vs. yukarıda bahsettiğim şeyi dışsal
olarak, ikincil olarak
desteklemelidir, destekler de. Şimdi, beni ve şiiri eleştirmek “heves”iyle
ortaya çıkışan o ufak, böcek sürüsü benzeri çetesel cemaatlerin (kendi
aralarında kurdukları bağımlılıklar, süreçler, çelişkiler ve ilişkiler
nedeniyle özgürlüğünü kaybeden o zevatların) düşüncelerini tekrardan akort
etmeleri gerekiyor. Ve evet, düşüncelerin de tınısı vardır. Bundan eminim.
13 Ağustos 2007
Zafer Yalçınpınar
[2] “Modern
Cehalet”, “Yeni Sinsiyet”, “Retorik Arsızlığı” ve “Eskimiş Köylü Kurnazlığı”
gibi bir şeylerden bahsediyorum.